8 Aralık 2010 Çarşamba

viyana'daki komşularım..

komşulardaki barbekü için eve adımımı atınca gördüğüm manzara: pembe gömlekli, hafif kilolu, güzel yüzlü, muhtemelen gay bir adam, christian, ev sahibi oldukları anlaşılan çiftle, wolfgang & suzanne, şarap içiyor açık mutfağın bara benzer bölümünde.. hemen arkalarında balkon ve lezizz yiyecekler.. sadece hava güzel olunca ortaya çıkan bir çeşit mantar varmış, ondan da güzelce dizilmiş çöpşişlere; ortalık hem etoburlar hem otoburlar için ziyafet modunda :)

uzuunca bir süre neyi beklediğimizi bilmeden bekliyoruz.. dört yaşındaki julian veledi artık dayanamayıp çiğ mısırlara hallenmeye başlayınca beklediğimizin hans peter olduğunu öğreniyorum, ki geldiğinde anlaşılıyor ki kendisi christian'ın ortaokuldan arkadaşıymış.. onlar da çok şaşırıyorlar ama o kadar.. bizim burdaki gibi çok ünlemli ifadeler pek kullanılmıyor.. ve sohbetin ilerleyen zamanlarında anlaşılıyor ki christian aslında gay değil, tam tersine ertesi gün üzüm bağına davet eden gayet straight ve hoş bir adam.. dahası, bir grupta solist, ikinci kitabını yazan bir yazar, ayrıca da yelkenci..anacım daha noolsun.. benim de oldukça yüksek performanslı bir akşamım olmasının verdiği coşkuyla bütün gece gülünüyor, eğleniliyor..

julian normal bir çocuk olarak saat dokuzda yatmaya gidiyor, öncesinde de ahşap trenleriyle falan oynuyor, televizyonla pek tanışıklığı yok anlaşılan.. ortamda bir an kendimi tom cruise gibi hissediyorum.. ve hayır, kısa boylu çirkin bir scientologist değilim; "son samuray"daki tom cruise'um.. 2-3 ay avusturya'da kalıp sadece almanca konuşulan ortamlarda bulunsam bu almancayı çok rahat sökebileceğimi anlıyorum ve herkes de benimle aynı fikirde.. sonuçta ich lerne deutsch jetzt..

gecenin sonlnarına doğru bir çeşit geleneksel avusturya şarabı geliyor sehpaya ve christian geçen yıl nasıl tek başına şarap üretmek zorunda kaldığını, ortağının telefonda ona anlattığı her şeyi adım adım yaptığını ve birkaç ay önce bir gastronomi dergisinde ortağıyla şarabından nasıl da övgüyle bahsedildiğini biir bir anlattı..

bir süre sonra hans peter gitmek üzere vedalaşmaya başladı, ama bir de baktım ki suzanne de gelmiş benle vedalaşıyor.. tam bir seinfeld sahnesi gibiydi hislerim.. lan dedim, bunlar belli bir saatte tamam yeter artık, evli evine, köylü köyüne deyip milleti sepetliyorlar herhal.. eh sonuçta gavur, mümkündür.. ama yok yaw.. nasıl yani?? falan diye debelenirken kendi içimde, anlaşılıyor ki, ikisi beraber çıkıyorlar.. durumu halen daha tam olarak keşfedebilmiş değilim ama magazin kısmına çok da kafa yormamaya karar verdim zaten..

geriye kalan dört kişi için kısa bir süre daha stand-up yaptıktan sonra (o gece kesinlikle modumda olduğumu söylemiştim değil mi, evet) christian'la da ertesi gün görüşmek üzere vedalaştık.. üzüm bağını görme konusunda heyecanlanmadım desem yalan olur.. çok güzel bir geceydi.. couchsurfingden türkiyemin durumuna kadar birsürü şey konuştuk.. sonuç, gaestebuch'a da yazdığım gibi: a couchsurfer with neighbors! far beyond imagination.. thank you my great hosts, very welcoming neighbors and nice friends :))

28 Kasım 2010 Pazar

viyana'da ilk gün..

18 saat sürmesi planlanan otobüs seyahatim 16 saat sürdü ve koca turuncu orange ways otobüsüyle vardım viyana'ya.. sabah kahvaltısı için kruasan alıp evi aramaya koyuldum.. sonra adi taksiciye (meğer)beni oralarda bir tur attırıp, evin uzağında bırakması için beş euro kadar para verdim.. neyse ki tip vermemişim..

couchsurfer bir çift olan ewald ve horst'un evine vardığımda çoook yorgundum.. ama türk mahallesinde olduğumuzu fark etmeyecek kadar değil!. rıdvan market, rıdvan internet kafe ve rıdvan camiinden oluşan viyana rıdvan üçgeninin hemman dibindeymiş meğer bizim ev :) başka birkaç market daha vardı, piyale makarna ve çelik ayçekirdeği görünce kapıdan "günaydın abi.." diye başlayıp türlü çeşit danışmanlık hizmetinden yararlandım açıkçası sabahın köründe :)

neyse.. evde biraz vakit geçirip viyana'yı keşfetmek için 10 gibi çıktım dışarı.. horst sayesinde zekice bir hamleyle 72 saatlik toplu taşıma kartı aldım.. ve şimdi o kart sayesinde hatırlıyorum da, neredeyse tam 72 saat sonra ayrıldım viyana'dan, gmunden'e doğru.. bu arada, 3 gün boyunca bir kez bile o bileti göstermeme gerek kalmadı.. yani şimdi dönüp bakınca türk halet-i ruhiyemle, lan diyorum, almasam da olurmuş haa :))

ilk gün viyana'yı keşfe çıktım, akşam da heuriger'e yani şarap evine gittik.. ikinci gün schönbrunn hayvanat bahçesini fethettim ve akşam da komşulardaki barbeküye gittik.. üçüncü gün yine viyana'yı gezdim, yeni arkadaşım christian'la yemeğe çıktık ve akşam da bizimkilere mücver yaptım :)

viyana'nın bende uyandırdığı ilk his sanki paris'teymişim gibi hissetmem oldu.. daha paris'e gitmedim, ama olsa olsa bu kadar aristokrat bir atmosferi olur herhalde.. tabii sonra düşünüp buldum nedenini.. bol bol çikolatacı ve parfümeri var bir kere.. insanlar fransızca'yı andıran bir aksanla almanca konuşuyorlar.. ve bir de ortalık saraydan, müzeden, manikürlü bahçelerden geçilmiyor..

birkaç saat içinde, müze gezme ve klasik müzik konseri dinleme planımı hemen iptal ettim.. önümde uzun zaman ve fakat cebimde az para olduğu gerçeği, zaten çok da ilgilenmediğim eserlerin sergilendiği yerleri dışardan görmenin de yeterli olacağına inandırdı beni.. konser konusuna gelince; ortalıkta o kadar çok mozart var ki, bizim dönerciler çarşısının garsonlarından pek de farklı durmuyorlar yarım saat sonra.. gerçekten bak, mozart kılığında herifler, ama halleri-tavırları bizim burdaki garsonlara yakın, atmosferdeki aristokrasiden pek nasibini almamış..

ben de vurdum kendimi sarayların bahçelerine.. ortam yemyeşil, sanki bir uzaylı :) (bkz. cem yılmaz'ın kulakları çınlasın) bir bahçede, hayallerimin mesleğini icra eden bir hanım kızımız ve müşterileriyle karşılaştım, biraz çene çaldık.. bakınız, iş demiyorum, meslek diyorum.. ruhumu koyuyorum ortaya.. işte kendileri:


evet arkadaşlar, bildiğiniz gibi hayallerimdeki en ulaşılabilir meslek köpek gezdiriciliği :)

neyse.. konuyu dağıtmıyorum.. bir yandan stephansplatz'da (viyananın old town'ı/altstadt'ıymış orası) yürüyüp bir yandan da avusturya'da yapılması gerekenler listesinin başrollerinden olan şnitzel yeme aktivitesini nasıl eda edeceğini düşünürken bir de ne göreyim; gemüse schnitzel!!! anaammm... hemman atlayıp yedim yeşil içerikli şnitzeli, güzeldi.. bir yandan da viyanalı güvercinlerle ekmeğimi ve patates kızartmamı paylaştım.. onlar şnitzelden daha güzellerdi :)
buraların en ünlü en büyük yapısı olan stehphansdom'la tanıştım.. tam karşısında da manner diye bir çikolatacı var, gidile, görüle, anneye falan süper hediye oluyor kutulu dokuzkat gofretler.. kutusu da sonra dikiş malzemelerine ev sahipliği yapabilir :) stephansdom'a dışardan bakıp manner'a girdim.. o gofretlerden aldım bir kutu :)

işte stephansdom:


akşam da heuriger'e gideceğimiz için yorgunluktan ölmeden eve gittim.. tek başıma bulmam imkansızdı orayı.. ev sahiplerimin de bulması imkansızdı bence, horst'un navigasyonuna sağlık, gittik sağ salim.. üstelik bunlardan itine dök miktarda olduğu için iyisini öğrenmişler bir arkadaşlarından.. altı kadeh şaraba 7 euro verdiler.. kesinlikle inanılmaz!!! bir de güzel mezeler vardı ki; yeşil fasulye, patates salatası (ikisi de boool soğanlı) ve ekmeğe sürülen sarmısaklı bir karışım aldım.. orada en çok tezgahtar teyzeme güldük;bütün iyi niyeti ve yaratıcılığıyla, ve de olmayan ingilizcesiyle "vampire! vampire!" deyip bir yandan da elini kışt kışt yaparak bize mezenin içindeki şeyin sarmısak olduğunu anlatması görülmeye değerdi :)

gezip gördüğüm yerlerden bir kuple buyrunuz :)


stephanzplatz'daki, dark side'a geçen sanatçılardan biri..

bunlar da benim gibi, ağustos sıcağından bıkmışlar, kış gelse de şöööyle bi rüzgarlarla kucaklaşsak diyorlar :)
bunun kendisi değil, babası sanatçıymış :)

hah işte en sevdiklerim..
bu yine en insaflısı..

bunun elinde kaptan mağara adamı şeysi var.. *

tam da harry potter mevsiminde, ne güzel.. hagrid olsa kurtarırdı zavallı hayvanceğizi.. *

"abi kurbanın oliim, vurma.." *

bu çok hoşuma gitti.. ayrıntısı aşağıda..

bi sarayın bahçesindeki süvari..
bu da bi tarihi binanın çatısındaki figürlerden biri..
bi büyük binanın, aynı zamanda tarihi tabii, önünde birbirini seven kızların heykele dökülmüş hali.. ben de onları sevdim :)

sinema-müzik festivaline denk geldim :)
tam hatırlamıyorum, üniversitenin duvarı olabilir.. hmmm...


eh bu kadar a dostlar.. yeteeeerr... ben yazmaktan yoruldum, ama siz okumaktan yorulmayın.. zira yakında bu tatilimin notlarını bitirip yeni maceralara yelken açacağım :) beni bekle ispanyaaaaa :))) çok yaşa couchsurfiiinnggg :)))
*heykellere yaptığım şuursuz yorumlar için sanatseverlere açıklama: sadece eğleniyorum.. içimdeki ayunun yazıya yansımasıdır..

28 Ekim 2010 Perşembe

hollanda & sex

ben zaten seksi severim.. kim sevmez ki.. ama hollanda'da günlük hayatın o kadar orta yerinde ki, bu süper bir şey!!. yani şu, insanlarda genel bir flörtöz tavır hakim.. hep böyle midir yoksa ben gay pride haftası orda olduğumdan mıdır bilmiyorum ama sanırım genelde böyle.. evet evet.. yoksa fleshlight sormak için girdiğim sex shoptaki teyzem (60+) "ama bunun içini çıkarıp yıkayabiliyorsunuz.. üstelik titreşimli.. hayat boyu kullanmalık*" diye bu kadar rahat anlatamazdı.. sonraa.. efendime sölüyüm.. bir red light district'in rahatlığı ve estetiği hangi kerane mahallesinde vardır afedersiniz.. fotoğraf çekmek yasaktı, gösteremiyorum.. ama türlü çeşit hatun odalarının camlı kapılarında kremleniyo, göz kırpıyo, üstelik bir kısmı da çüklü!!. çüklü ablayla** birlikte olmak isteyen adam da utanmıyo, gidiyo oraya yani..

bir de hediyelik eşya dükkanları var.. bu kadar gerçekçi çük motiflerini türkiyede bi dükkana koysan adamı taşlarlar vallahi.. o raflarda en beğendiğim şey de miklikti, adını ben koydum :) daha sıcak bir kış için bir çeşit çük hırkası.. takımların her bir kısmını ısıtmak için hiçbir şey unutulmamış üstelik :)
hazır laf çüke gelmişken -gerçi hep oradaydı ya- condomerie'yi de şiddetle tavsiye ederim.. modeller kullanmak için değilmiş, ama ben yine de çok beğendim.. hemi bir alana bir bedava!.

soonacııımaaa... hah bir de sex müzesi var ki, kesinlikle gidilip görülmeli.. giriş sadece 4 euro ve para üstü olarak verilen 1 euro da 25. yıla özel..

işte ilk göze çarpan şeyler :

eve geldiğimde yukardaki aletlerden biriyle çektirdiğim fotoğrafı anneme gösterdim haliyle.. kadıncaaz oracıkta şaşırıp kaldı.. unutmuşum onun aynı süreçlerden geçmediğini.. insan içerde o kadar çük ve kuku görüyor ki haliyle bir süre sonra tepkisizleşiyor.. işte birkaç çarpıcı örnek :p.s. gay pride ile ilgili başka bir başlık gerenkli bence :)

* evladiyelik demek istiyo..
** aslında onlar çüklü abla diil, memeli abi bence..

26 Eylül 2010 Pazar

putten -the green heart of holland

bu nisan'da ortak arkadaşlarımızın tanıştırdığı winus kişisi beni putten'da misafir etti sağolsun.. hollanda tatilimin ilk bonusu ilk sabah kahvaltımdan sonra günümü aydınlattı: winus'ın babası guus'la putten'ın yeşilliklerinin ortasında bir motor gezisi...! ayakkabıcıdan iş teklifi almış bir ayak fetişisti gibi, yüzümdeki o salak ifadeyi nereme saklayacağımı bulamayarak atladım üstüne -önce teklifin, sonra motorun :)

nasıl hissettiğimi anlatmak çoook zor.. en iyisi göstereyim.. işte astronot kıyafetli ben! winus'ın annesinin astronot kıyafeti tabii.. kotun ve sweatshirtün üstüne giyilmiştir..


ortalama 60-80'le gittik ve gezimiz en az 1,5 saat sürdü... tannnrıımmmm....!!!! bundan sonra başka motorlara motor gözüyle bakabilir miyim, emin değilim.. ve bu, daha ilk sabah kahvaltımdan sonra oldu!
















kahvaltı da muhteşemdi.. masadaki çilek kasesi bile normal gelmeye başladı ikinci günümden sonra.. ayrıca masanın ortasında yıkanmış ama doğranmamış, streç filme sarılı büyük bir salatalığın varlığı ve isteyenin dilimler kesip yemesi de "bu insanlar nimetin kıymetini biliyor" hissi uyandırmadı değil.. ama asıl muhteşem olan winus'ın ailesiydi.. daha önce de hollandalılarla zaman geçirmiştim ama bunlar çok başka.. çok içten ve dost canlısıydılar.. birbirleriyle olan samimi ilişki de olduğu gibi gözler önündeydi.. iyi ki nazar boncuğu götürmüşüm :)