27 Nisan 2009 Pazartesi

adamlar...

hazır yeri gelmişken... bu adamlar iyi ki var..
gerçek hayatta var olmasalar bile...

umbridge durumu..


bilen bilir, gerçek bir 'apolitik'im ben.. hayvan hakları öncelikli olmak üzere yaşam hakkı dışında bir şey pek harekete geçiremez beni.. gerçi yine de harekete geçmiş değilim.. caanım ülkemde yaşlanmamaya karar verdim şimdilik, o kadar.. ama geçenlerde bir film izledim.. daha önce de kitabını okumuştum -hem türkçe hem orijinal dilinde.. filmi de dördüncü izleyişimdi zaten.. geçen sefer de "aa... bizim buralar da böyle yahuu.." demiştim.. zaten bunun üzerine yazıyorum.. çünkü politikayla ilgili, oy vermek dışında, yeni bir şey yapmaya başladım son günlerde.. bazen düşünüyorum, bazen de konuşuyorum.. ama şimdilik çok kısa süreli oluyor bunlar; üç-beş dakika en fazla..

şimdii.. bir okula bir öğretmen atanıyor.. bakanlık'tan aldığı emirleri uyguluyor bir yandan da, ama -sözde- çaktırmadan.. bir yandan da milletin gözünün içine sokarak.. yönetime geçmiyor hemen.. müdür koltuğuna yani.. zaten onun istediği müdürlük değil, sadece asıl emellerine ulaşmak için yapılan hain planı sinsice uygulamak... zaten bir yandan, emeller de plan da bu öğretmenin kendine ait değil.. hatun sadece planın uygulanması için bir kukla.. neyse.. bu arada birçok yönetmeliği değiştiriyor, birçok yeni kanun koyuyor yürürlüğe; sebep de kendi yapacaklarını kanuna uygun hale getirmek; aslında bu durumda, kanunu kendi yapacaklarına uygun hale getirmek.. öğrenciler ve hatta tüm öğretmenler arasında "pesss yani... bu kadar da olmaz artık.." düşüncesi hakim... neyse ki ikinci yarıyılın sonuna doğru bir isyan çıkıyor okulda.. iki yaramaz velet "biz zaten diplomayı ancak rüyamızda görürüz.." diyerek başlatıyor her şeyi.. ondan sonra sevgili müdürümüzün -kitabın sonuna doğru müdürlük makamındaydı yanılmıyorsam- sonu çok hazin oluyor.. karanlık orman'da sinirli at-adamlar tarafından bilinmeyene doğru götürülüyor cezası verilmek üzere.. sonrasındaki sahnelerde, bakanlık'ın doğru yolu bulması için de birçok başka şey oluyordu.. ama burda dikkatimi çeken, yapılan onca haksızlığa, onca yüzsüzlüğe, gözünün içine baka baka inkar edilen onca gerçeğe karşı kimsenin elinden bir şey gelmemesi ve öylece oturup başlarına geleni izlemeleriydi.. neyse ki, bir yerlerde bir grup öğrenci daha kötü günler için savaş taktikleri öğreniyorlardı.. büyüklerin de bir kısmı daha ciddi önlemler alıyorlardı ellerinden geldiğince..

şu anda pek az kişi muhtemelen "aaa... evet!! harry potter ve zümrüdüanka yoldaşlığı!!" diyordur heyecanla.. o arkadaşlara filmi bir kez daha izlemelerini tavsiye ediyorum.. işyerimde arkadaşlarla zaman zaman haberleri konuşuyoruz da -sabahları bazen radyoda dinliyorum.. aynı tepkiler var hepsinde:
"hadi canııım!!..."
"yok artık bu kadar da olmaz!! olmaması lazım!!"
"e yuh artık!!!"
"oohaaaa!!!" şeklinde sertleşerek çeşitleniyor..

yine başa dönüyorum.. harry potter filmlerini kitaplarla karşılaştırdığımda, kitaplarla çelişen bazı bilgiler buluyorum filmlerde.. bunu pek sevgili bir arkadaşıma şu şekilde söylemiştim: "filmlerde gerçekler çarpıtılıyor!"
o zamanlar arkadaşım çok gülmüştü harry potter kitaplarında anlatılanlardan gerçek hayatmış gibi bahsetmeme... bakalım halen öyle düşünebiliyor mu..

7 Nisan 2009 Salı

Allah'a emanet..

caddelere yakın kedi-köpekler gördüğüm zaman hep derim ki "Allah'ım.. bu hayvancıkları koru.. birine bir şey olacağı varsa lütfen benim karşıma çıkar onu, ki sırtını dönüp gidecek birine muhtaç olmasın.." işte bugün dualarım kabul oldu.. anacaddenin kenarına karşılaşıp beslediğim köpek kardeşlerimden birine arabanın biri çarptı.. ve yavaşlar gibi yaptıktan sonra kaçtı gitti!!. zavallım, kolunu havada tutup acınası sesler çıkarmaya başladı.. onca arabanın ortasına atlayabileceğimi hayal edemezdim herhalde.. koca köpeği kucaklayabileceğimi de.. neyse.. bir yerine bir şey olmamış şükürler olsun ki.. çok sevgili veterinerlerimizden biri hem muayene edip hem de iç kanamaya karşı gerekli iğneyi yaptı hayrına..


asıl olay ondan sonra başladı tabii.. köpek kişisini bulduğun civara geri götürmek gerek.. tanımadığı yerde salıveremezsin ki.. topallasa da iyi olduğunu bildiğimden, tuttum tasmasından, götürdüm köpek popülasyonuna ev sahipliği eden parkın bir ucuna.. çıkardım ödünç tasmayı..


"hadi git.."
"yok gitmem.."
"yahu git kızım.. hadi geçmiş olsun.."
"e ne güzel seviyodun sen beni.. neden gidiim ki şimdi.. bak arkadaşlarım da uzaklaşmış zaten.."
"evladım sen onları bulursun.. keşke sen de bizle yaşayabilsen evde.. ama annemi de harcayamam ki ben.. komşular yüzünden de bahçeye yerleşemezsin.."
"yok valla gitmem.. sen benim sahibim ol artık.."


böyle sürüp gitti bir süre..


sonra filmlerdeki o ayrılık sahnesi aklıma geldi.. çok sevgili kardeşim tek başına ayakta kalmak zorundaydı.. ve insanlara da güvenmemesi gerekiyordu.. yerden taş alıyormuş gibi yaptım.. tık yok.. hatun bana güvendi bir kez.. ama birlikte eve dönmemiz imkansız.. zaten ben istiyorum diye kedi sahibi olduk en başta.. şimdi de köpek götüremem ki eve.. anneme huni almam gerekir o vakit.. minik bir taş alıp yanına yöresine denk getirdim "höt-möt" diye yüksek sesle bağırarak.. inanmak istemedi başta.. ama sonra sanırım "bu da insanmış, kahretsin.." diyerek hayal kırıklığı içinde yoluna devam etti..


şimdi ben nasıl hayvanları insanlara tercih etmemeyim ki?? yok kardeşim yok.. sevmiyorum iki ayaklıları.. maymunlara karşı bile temkinliyim.. insan ve türevlerinden itinayla kaçınma dönemi geri hayatıma dönmek üzere korkarım ki..


p.s. sokak köpeği fotoğrafı bulmak için google daldığımda ilk sonuç sayfası beni sokak köpekleriyle ilgili bir bloga yönlendirdi.. sizin de aklınızda bulunsun, belki bir yardımımıza ihtiyaçları vardır/olabilir.. işte şurası..


p.s.2. en üstteki fotoğraftan birkaç dakika sonra bir köpek daha katılmış kareye.. sebebini merak ederseniz o da şurada..

mikrop yuvası

bazı bilim-kurgu filmlerde vardır ya hani.. film boyunca insanlar öldürülür, dünyanın çeşitli yerlerinde toplu katliamlar yapar uzaylılar veya ne olduğu bilinmeyen varlıklar.. filmin sonunda da anlarız ki, meğer insanlar dünyaya bulaşmış bir virüsmüş, çoğala çoğala dünyayı istila etmek üzereymişler ve son dakikada dünya insanların elinden kurtarılmış..

işte bu senaryoya aynen katılıyorum.. ve hatta senaryodan da öte bunun doğru olduğuna inanmak üzereyim.. insanların dünyayı istila etme şekline bir bakalım önce.. dünyada eskiden sular ve yeşillikler vardı.. şimdiyse yeşil alanlar kısıtlandı.. sular da bitmek üzere.. dokuya saldıran virüslerin mikroskop altındaki görüntüsüne benziyor insanların dünya üzerindeki hali.. işte bu yüzden de hepimizi buradan def edip dünyayı kurtaracak bir kahraman lazım.. hem de acilen..

diğer bir kurtarma planı ise mikropların/insanların zeka sahibi olduğu gerçeğini vicdan sahibi oldukları varsayımıyla birleştirerek, onları "dünyanın asıl sahibi biz değiliz, kaynakları, hayvanları, bitkiler, suları sanki bize aitlermiş gibi bitirmeye çalışmak iş değil.. mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi??" argümanıyla yola getirmeye çalışmak ve Allah'tan da onları ıslah etmesini dilemek..

bugün ikinci yöntemi bir insan üzerinde uyguladım.. üstelik korkunç bir olaydan sonra, sinirlerim kopma noktasındayken.. veee... işe yaradı.. yan apartmanın altındaki onsekiz muhteşem kediye karşı haçlı seferi başlatmak isteyen apartman sakini(!)nin kardeşi, "artık kedilere karşı o kadar kin dolu değilim" diyerek beni çooook mutlu etti.. bugün gerçek bir işe yaradım sonunda.. öncelikle etraftaki fare-böcek nüfusunun kontrol altında tutulması gereğini gibi aslında düşününce çok bencilce olan ama hayvanların mutluluğu yolunda kullanılması mübah sayılabilecek bir kaç mantıklı sebebi sıralayarak hayatımın en etkileyici konuşmalarından birini yaptım görevi yerine getirirken.. ah bir de bunları bir araya toplayıp the happening'i izletebilsem... işte o zaman dank edecek kafalarına..

az da olsa bir umut ışığı gördüm yani bu korkunç insan ırkının ıslah edilebilmesi için..

4 Nisan 2009 Cumartesi

baharı bekleyen kumrular gibiiii.....

son zamanlarda kendimde gözlemliyorum ki bir huzur arayışı, bir durağanlık, böyle bir tatili dinlenme ile eşanlamlı algılama durumları mevzubahis.. son birkaç aydır... tamam, çok dinlendirici.. ama birazcık sıkıcı sanki.. nereye dinleniyorum ki??? ne yapıyorum da bu dinlenme merakı hasıl oldu bir bilebilsem..

neyse.. şimdilik "bahar sezonunu açtım... savulun hüleaaayyynn..." şeklinde kendi kendime bağrınıp çığrınsam da, bilinmez içimdeki emeklinin ne zaman döneceği...

malum emeklinin yokluğunu fırsat bilen, içimdeki zaaf-ül-motör geri döndü de, sonunda tekerlek sayısı az bir aletle yolculuk yapabildim aylaaar sonra :) ron roonnnn..............

o helecanla da kendimi burada buluvermişim yahuuu... anlatacak birileri lazım malum*... sıradaki şarkı hepimize gelsin.. "bir kulunu çok sevdim..."


*bkz. şurası