24 Ocak 2018 Çarşamba

düşük modlu yazı..


bu nasıl bir ameleliktir yahu.. bu yazki doğumgünümden beri resmen yaşadığım şey kepazelik.. amelelik.. yani hak etmediğim ne varsa onu yaşıyorum.. buraya yazdım mı bilmiyorum, ama içimdeki yaşama enerjisinin tamamen sıfırlandığı 2011 yılı vardı.. bir daha öyle hissetmem diye düşünüyodum, hoop! merhabaaa.. 2017'nin ikinci yarısında başlayan bu salak sürecin sonunda son birkaç haftadır (aralık başından beri falan) dünyaya hiç gelmemiş olmayı dileyip duruyorum.. mutsuzum.. üstelik sağlığımız yerinde, ekonomik olarak pek parlak durumda olmamama rağmen geçinebiliyorum, aşk meşk durumları gayet tatlı, iş güç çok yorucu değil ve var.. ama ruhum yorgun, enerjim çok az kaldı, ve çok kızgın olmama rağmen bunu şiddetle hissedecek gücüm bile yok.. halim yok.. peki tüm bu halin sebebi ne? yalancıların sözüne inanarak bir ev tutmuş olmam.. sadece bu.. off kafama sıçiim gerçekten yaa!
yakın çevrem zaten hikayeyi biliyor, yani bu yazıyı okumasalar da olur.. konya'nın ünlü zenginlerinden bir ev kiraladım ben.. evin içi yayla! altı oda bir salon üç tuvalet falan.. dördüncü kat dubleks kirası da normal bir daireninki kadar.. asansör var, "bir ay sonra açılacak" dedi emlakçı ve ev sahibinin antalya'daki vekili F! (ben ona böyle diyeceğim).. peki nedir sorun? o asansör açılmadı bebişim.. dört buçuk ay oldu, o asansör açılmadı..  nooldu diye sorunca da F! kişisi "beğenmiyosanız çıktırın gidin!" diye çemkirmek suretiyle beşinci ayın başında tekrar taşınma sürecimizi başlatmış oldu... şimdi o yeni evimden sesleniyorum canlar.. gayet mütevazı üç artı bir bi apartman dairesi, ara kat.. köpekler terasta değil, evdeki büyük odada yaşıyolar, kediler her yerde (her yer denen mekan zaten çok fazla değil).. böyle kutu gibi minnoş bi yerdeyim.. 
eski evden ve yalancılarından çok sıkıldım.. en baştan nasıl böyle bir yalan söylediler ve ben ne bok yemeye inaandım.. evin iskanı yokmuş, cennet gibi bir semtte bakımsız bir apartmandı zaten..  apartmanın merdiven ışıkları, ziller, otomat falan da hep iskansızlıktan dolayı çalışmıyormuş meğer.. bir tek dairenin içi çok güzeldi ya da sadece bugüne kadar görmediğim kadar büyüktü.. ona taktım kafayı ve inat ettim bu evi tutacaaam diye.. kafama zıçiim.. pişmanım.. evden çıkalı on gün oldu, halen senetlerim ve kontratım elime geçmedi ki iptal edeyim.. bu adamlar yani F! ve saz arkadaşları depozitomu da vermemeye çalışıyolar.. sürekli beddua halindeyim.. kafalarına piyano düşse, buna bir tek ben şaşırmıycam, o derece.. halim, takatim kalmadı artık canlar.. keşke onların beni araştırdığı gibi, ben de onları araştırsaymışım.. o soyadını duyan herkes "çapsız, kendini bilmez, görgüsüz, hadsiz.." gibi sıfatları sayıp döküyor.. 
sömestr tatilindeyim güya.. hem de bu yıl bizim okulda üç hafta.. şu şekilde geçmekte: tatilin ilk haftası evi taşıdık ve yerleşmeyle uğraştık.. benden çok annem uğraştı ve çok yoruldu (bkz. keşke hiç doğmamış olsaydım dememin en büyük sebebi de bu.. ben olmasam bu kadar yorulmayacaktı son altı aydır) pff.. tatilin ikinci haftasından sesleniyorum şu anda.. ev yerleşti sayılır.. az bişi kaldı.. ama bugün kuzineye boru almaya giderken üst kattakilerden biriyle karşılaştık, ve soba yakmamız konusunda zorluk çıaracağını net bir şekilde ifade etti.. hoop! meraba klima :( çünkü neden? çünkü ona laf anlatıp ikna etmeye takatim yok.. bu yaz yapıcam o ikna çalışmasını ve şubat-mart aylarında klimayla ısınıcaz.. pffff!!!!  tatilin üçüncü haftasında ise, okulda yeni açılan akşam kursundaki görevim başlıyor.. yani o hafta üç akşam saat dokuza kadar dersim var :(( sonra da okul açılacak.. böyle işte.. bunları konuşarak anlatmaya takatim yok, ama içimden çıkarıp bi yerlere koymam da lazımdı.. buraya bırakıverdim işte.. bkz. blogu günlük olarak kullanmak.. bkz. kendinden başka herkesten medet ummak.. 

benim için ne yapabilirsiniz? çok içten bir "kolay gelsin"iniz varsa, alırım.. başka da bir şey yapılamaz galiba..

p.s. ilk kez yazdıklarımı kontrol etmeden yayınlıyorum.. okumak zor geliyo yeminle..

edit: bakınız ne kadar dünyevi şeylerle uğraşıyoruz dedim sanırım yukarda.. genelde aklıma ilginç bir şey düşünce yazdım (düne kadar).. ya da kızdığımda.. bu da “günlük işler burama kadar geldiğinde” yazıldı.. bu edit kendime galiba, yarın öbür gün “ne halt etmeye bunu buraya koymuşum ki?” diyeceğim zamanlar için..

temsili ben şurdan

5 Haziran 2017 Pazartesi

dolunay?


çok tuhaf ruh halleri içindeyim.. birinden çıkmadan diğerine koşuyorum.. ve tam da o arada hayatımda bence büyük yer tutan bi alışkanlığımı bir süreliğine bırakmaya karar verdim..

böyle salak bi duygusallık, bi ağlak haller.. hiiiç öyle bi insan değilim bak gerçekten.. ben sadece godzilla'yı ve king kong'u izlerken yaratıklar büyük zulümle karşılaştıklarında üzülürüm, ağlamanın kenarından dönerim.. ama bugünlerde sanki dünyam altüst olmuş gibiyim.. stabil bi hale geçemiyorum işte.. dolunaydan önceki ve sonraki 4-5 günün böyle bi etkisi oluyo bazen... lütfen öyle olsun..

peki bu oynak hislerin tam ortasındayken (hayır canım, öyle değil.. istikrarlı olmayan anlamında..) insan ne yapar? normal insan, hayatına odaklanıp pek bir şey değiştirmez, kendini hobilerine verir, ne biliim ilgisini dağıtacak şeyler yapar falan.. peki demo ne yaptı? facebook hesabımı dondurdum beybim.. nedeni de aslında çok önemli.. uzun bi süredir yalnız yaşıyorum, ve evde sohbet edecek biri genellikle olmuyo.. haliyle el-telefon.. başım öne eğik, telefonumda facebook.. türlü çeşit gereksiz gif, fotoğraf, yorum, falaaan filan.. peki karşımda? boynu bükük kedilerim.. çünkü onlar da kaliteli vakit geçirmek istiyolar, öyle elinin ucuyla severek kandıramazsın bu üstün varlıkları.. insanın ruhunun ta içini görüyolar, o anda tamamen onunla ilgilenmediğini görünce de mutsuz oluyolar.. ilk zamanlarda pek tepki göstermiyolardı, ama artık söylene söylene kucağımı 4-5 saniye içinde terk edip karşıma geçip gözüme bakmaya başladılar.. değmez bence.. sanırım en önemli sebep bu.. bir de sürekli telefona bakıyo olmak gözlerimi ve boynumu fazla yoruyodu.. böyle işte.. bir-iki sebep daha var, ama yazasım da söyleyesim de yok..

bilmiyorum daha kaç gün devam ederim facebook'suz yaşama.. zorunda olmadığım halde, eğlenceli bi şeyi kaçırıyomuş gibiyim.. yarın sabah ne yapacağıma karar vericiim sanırım.. bu akşamı da böyle geçiriim, bakalım ne olacak.. artıları ve eksilerini karşılaştırma, gerekiyosa bir alternatif çözüm üretme vaktidir.. hem beni hem kedilerimi mutlu edecek bir yol daha vardır belki..


25 Mart 2017 Cumartesi

earth hour 2017 - 25 mart 20:30-21:30


bu yıl üçüncü kez zamanında öğreniyorum gününü ve saatini :) 

efenim küresel ısınmaya tikkayt çekmek üzere, her yıl mart ayının bir gününde sadece bir saatliğine yapılan bir ekşın bu earth hour (dünya saati de denebilir, ama ben orijinalini tercih ediyorum).. yapılabilecek en kolay şey bulunduğun yerdeki tüm elektrikli cihazları bir saatliğine kapatmak.. ben ilk seferinde denemiştim, evdeki tüm prizleri (buzdolabı hariç) bile çekmiştim, ama kardeşim sağolsun hadi len ordan diyerek odasının ışıl-pırıldak halinden hiiiç taviz vermemişti.. çok üzülmüştüm lan, ama şimdi kendimi yıpratmıyorum.. elimden geleni yaptığımdan emin olduktan sonra gerisi için (elimden gelmeyen, yapamayacağım şeyler için) kendimi paralamıyorum..

ikinci seferinde ben kayıtsız kalmıştım.. ışıkları kapatmak istememiştim nedensizce.. belki de depresiftim, kim bilir.. 

pekii yarın için planım ne? şimdilik hiç.. evde olursam gerçekten de bir saat evde mum ışığında kedi sevmece.. dışarda olursam zaten bir şey yapmama gerenk yok :) biramı yudumlar, gökyüzüne bakarım :) 

görsel şoordan

23 Ocak 2017 Pazartesi

o büyük sorunun cevabını sonunda buldum!!


yıllardır zaman zaman karşıma çıkan o soruya sonunda içime sinen, tatmin edici bir cevap buldum.. oohhhhh!!! nasssıl rahatladım bilemezsin.. artık cevabım hazır yahu! yeri geldiğinde yapıştırıciim:

-söyle bakalım demo, bir süper kahraman olsan hangisi olurdun?
-ehehehee.. tabii ki deadpool!

çocukken sorsalar cüneyt arkın veya herhangi bir karateci olmak isterdim :) ama bir sorunumuz vardı houston: o/onlar süper kahraman değildi.. 

sonra superman ile tanıştık (meraba canım.. yaşım ortaya çıktı!!!) ama o da kızsal bakış açısından kendisi olunacak değil, tayt üstü kırmızı donuna rağmen kendisine aşık olunacak adamdı..

sonra ortaokul yıllarımda jean claude van damme listeye ilk sıradan giriş yaptı!! ama o da olmak istemiyordum.. onu ve dolph lundgern'i sadece seyretmeyi seviyordum.. zaten onlar da süper kahraman değillerdi! tam yeri gelmişken, evrenin askerlerini sinemada en az beş-altı kez seyretmişimdir.. o zamanki demo için tam bir şölendi.. şimdiyse yüzüme gülümseme yayan bir anı :)

neyse.. sonra araya bu kez çok yıllar girdi.. malum soru hep cevapsız kaldı.. hahahahhaaa :)) nasıl bir çevrem varsa, bu soru durmadan karşıma çıkıp duruyor :)) listede bu kez kedi kadın vardı ne yazık ki :( ama onunla ilgili bildiğim tek şey kedicil biri olduğu, o kadar.. daha fazlasını öğrenmeyle de hiç ilgilenmedim.. meeh.. dişi süper kahramanlar genelde aynı, poison ivy falan.. bebeğim burda kim daha sexy yarışması yapmıyoruz ki.. sağlam bir süper-dövüşte kim karşısına çıkan her şeyi ve herkesi etkisiz hale getirip hayatta kalabilir onu tartışıyoruz! teallaaaam.. kedi kadın seçeneğinin ısıtılıp ısıtılıp karşıma çıkarılmasının bir sebebi de herkesin beni kedici sanması!! değilim hüleaaayyynn!! hayvancıyım ben!! tek bir türe daha yakın değilim.. tüm kardeşlerime aynı mesafedeyim, hepsiyle aynı ruhu paylaşıyoruz ve hepimiz biriz, o kadar!

veeee işte o gün geldi!! deadpool ile tanışıldı.. ooohh yeaahh baby!! beklenmedik, planlanmamış bir anda:) ama belli ki doğru yerde, doğru zamanda :)) işte yıllardır aradığım cevap oydu! artık biliyorum ki, ben deadpool olmak isterdim!

bir süper kahraman olabilsem neden deadpool olurdum peki? iki kocaman temel sebebi var: 
şiddet dozu ve espri anlayışı

daha ilk beş dakikada görüyoruz ki hiç acımadan öldürüyor.. o bir master of collateral damage! bok yoluna giden insanın haddi hesabı yok :))) hedefine doğru ilerlediği yolda karşısına çıkan herkesi öldürüyor.. üstelik bunu çok doğal bir şekilde yapıyor, yani canice bir zevk alarak falan değil.. "e hayatım yoluma çıktı.. ve pek fazla vaktim yok.. en pratik çözümü uyguluyorum.." tavrıyla.. tavrına heyran :)
ama pratik ve hızlı davranırken de beni benden almayı ihmal etmiyor, adam sanat yaparak öldürüyor resmen! oooo tanrımmm!! ve iki silahı aynı anda etkileyici bir şekilde çift silah kullanabilenlere ne kadar hayran olduğumu daha önce keşfetmiştim (bkz . the mummy filmini izlerken) ve artık biliyorum ki, bu sahne aynı zamanda başarılı bir turn-on!! 

peki espri anlayışını neden bu kadar kendimle özdeşleştirebildim? bir espri aklıma geldiğinde ortam ne kadar uygunsuz da olsa, o espri ne kadar offensive de olsa ben onu yapar, hakkını vererek de gülerim arkadaş! harcamam, anı kaçırmam.. o kadar.. deadpool da öyle :)) ortalıkta kafalar uçuşuyor, millet ölüm-kalım derdinde, bizimki pozisyonu yakalamış, yerde yatan adamın üstünden geçerken çömüp "teabaggeeed!" diyerek gülerek uzaklaşıyor :)) iş komikliğe gelince tamamen şuursuzca davranılması gerektiğini düşünüyorum, evet :))

ohh! bir derdim daha çözüldü, darısı diğer dertlerime :)

p.s. deadpool'dan önce fawlty towers (tercihen s2e1) izleyiniz.. biz 'tesadüfen' izledik.. ve film esnasında bir an için çok güldük.. bkz. kozmik şaka ve hatta onun için de bkz. şakacı melekler :) 

görsel şoordan

14 Ocak 2017 Cumartesi

man o to


elektronik müzik hakkındaki fikrim genel itibariyle değişmedi yıllardır.. çok bayıldığım bir kardeşimiz değil kendisi.. arada çıkmıyor mu peki bazı birtakım möööhteşem eserler? çıkma mı :))
büyruuun canım, bu milenyumun ikinci möhteşeeeeem eseri*

man o to.. elektronik versiyonu..
bu da solo hali, dinlemek istersen..

şarkıyı dinledim, sağ olsun başka şeyler de öğrenmeme vesile olan bir arkadaşım sayesinde.. ilk kez dinlerken mevlana'dan bahsederken buldum kendimi.. herhalde farsça'yı fark ettim.. sonra internete dalıp da sözlerinin ne olduğunu fark edince beynimden vurulmuşa döndüm!

şarkının sözleri:

khonak an dam ke neshinim dar eyvan, man o to
be do naghsho be do soorat, be yeki jan, man o to
khosh o faregh ze khorafat-e-parishan, man o to
man o to, bi man o to, jam’ shavim az sar-e-zogh

ve anlamı:

Saadet zamanı: Avluya doğru oturmuşuz, sen ve ben
Endamımız çift, sûretimiz çift, ruhumuz tek, sen ve ben
Bulandıran palavralardan âzâde, gamsız bir keyif, sen ve ben
Sen ve ben, ne sen varsın ne de ben, bir olmuşuz aşk elinden 

ahahhahaaa!!!!  hadi git şimdi aşık ol.. çabbuuuk! neyse ki ben şarkıya aşık oldum da az hasarla yırttım ;)


bu arada demo şiir de sevmez.. nooldu canım? bunu sevdim, hem de pek çok.. evet, sevdim.. hatta mevlana'nın "divan-ı kebir"ini de aldım.. okunacak hazır olunduğunda.. 




erkin koray'ın "razıyım" şarkısının her satırıyla ilgili hissiyatımı yazmıştım.. ama "man o to" o kadar sade ki, türkçe'sini oku ve hisset işte..


*birinci eser için bkz. bittersweet symphony

görsel şoordan

p.s. annemle yaşamaya devam etmek, arada tartışsak da her gün eve geldiğimde onu görmek dünyanın ennn eşsiz mutluluk kaynağı.. peki ya annem evden uzaklaştığında ne oluyor? en son 2008'de olmuştu ve ben blog yazmaya başlamıştım.. şimdi yine uzaklaştı ve blog yazmaya geri döndüm işte.. ne diyeyim hayırlısı..

8 Ocak 2017 Pazar

demo neden çocuk sevmez?



soruya bak: neden çocuklardan nefret ediyorsun? çocuklara karşı bu nefretinin sebebi ne? hangisini sorduğunu hatırlamıyorum.. ikisi de aynıymış zaten..

haliyle düşündüm.. sınıftaki veletler (bkz. üniversite hazırlık bebeleri) kreş çocuğu gibi davrandıklarında, hiç düşünmeden "i hate children!"ı bağıra bağıra yapıştırırken acaba gerçekten öyle mi hissediyorum diye hiç düşünmüyorum bile..

sonra düşündüm işte.. olayın kökenine inmeye çalıştım birkaç gün.. neden? nedeennn??

en yüzeydeki ve en kesin bilgi şu: ben çocuk doğurmak istemiyorum.. yani insanın içinden insan çıkması çok itici ve ne yazık ki tiksinç geliyor bana.. hiç mucizevi bir yanını göremiyorum, doğum anında olup bitenler o kadar dikkat dağıtıcı ki, bırak mucize falan görmeyi, izleyemedim bile.. geçen hafta bir arkadaşıma gittim, 40'ın hemen üzerinde bir kardeşimiz, ve doğurası geliyormuş bu günlerde!! deli!! "amman sakın!" derken buldum kendimi.. oradaki kısacık sohbette de bir önemli noktayı daha keşfettim: bebekler ve çocuklar yaklaşık 10-12 yaşlarına kadar sürekli kusuyorlar.. ve dünyada katlanamadığım birkaç şeyden biri de insan kusması.. kedilerim kustuğu zaman mesela, kaç kere başıma geldi, yemek masasından kalkıp hemen bir kağıt havluyla alıyorum çıkanları ve orayı temizleyip, hiçbir şey olmamış gibi yemeğime geri dönebiliyorum.. neden peki? çünkü çıkan sadece deforme olmuş hazır mama, o kadar! no asidik koku, no cry! evet.. arkadaşımdan çıkınca düşünmeye devam ettim.. ben bu sebepten dolayı çocuk büyütemeyeceğime ne zaman karar vermiştim? hömmm?? ortaokulda.. evet.. nasıl tiksindiysem artık.. işte, çıkış noktası, her şeyin altında yatan sebep bu.. çok basitmiş değil mi..

tam bu noktada bir ayrıntı daha var; bir zamanlar aile içi bi sohbet sırasında şunu da keşfetmiştim: en ideali, kendine ait çocuğu olan bir adama aşık olmak! böylece yakama yapışmaz üremek için :) ve gerçekten ennn iyi çocuk başkasına ait çocuktur.. ben onu severim tabii ki (bkz. aile bireyini sevmek), ama annesi değil ablası/teyzesi olmayı tercih ederim..

ama sorunun cevabı bunlar değil işte.. soru neydi? çocuk sahibi olmak istememenin sebebi değil, çocuklardan nefretin sebebi..

efendim, hemman anlatayım, aklıma düşen ilk anı:
marmaris/içmeler'de harika bir plajdayım, barış dolu günler geçirerek tatil yapıyorum.. otostopla gitmişim oraya, yardımsever insanlarla karşılaşmışım.. benim hala umudum var yani.. fekat ağustos ayındayız, ortalık sıcaktan kavruluyor.. kedinin biri de yan taraftaki şezlongun altına sığınmış, dili dışarıda, biraz serinlemek için gölgeye atmış kendini.. sonra o geldi.. şişko varlık.. yemiş de sindirememiş bir çocuk, 14-15 yaşlarında.. kediyi ne yazık ki gördü ve ayağıyla hayvanın suratına doğru kum atarak kovaladı.. keşke ben de onun yüzüne kum atsaydım.. ama yapmadım, sadece ayağa kalkıp "heeey!! napıyosun sen!" diye bağırdım.. "yazık değil mi? gölgeye sığınmış bu sıcakta.." sadece bu kadar, hiç yaklaşmadım bile, kendi şezlongumun yanından sesleniyorum.. sonra yiyip de sindirememiş bir başka oluşum yırtık dondan fırlar gibi çıkageldi.. ve üstüme yürüyüp tehditler savurmak suretiyle beni sindirdi.. sindirdi diyorum, çünkü bir kelime daha etsem yemin ediyorum o ilkel oluşum bana vuracaktı.. resmen korktum ve etrafa bakındım güvenlik var mı diye.. şuna benzer bir şey söyledi: "o benim oğlum!"  şimdi bunu naaparsın? doğanın ortasında, doğada yaşayan canlıya saldıran varlığı savunabilmek için söyleyebildiği tek sebep bu.. işte o anda çocuğunun haklı-haksız olmasını sorgulamadan, ona şehzadesi muamelesi yapan sperm sahiplerinden ilk kez nefret ettim.. (küfür, beddua etmeden bitirdim resmen! bravo me!)

çocuğum için dünyayı yakarım!
ıyyyy!! ne kadar ilkel.. neden? soyunu devam ettirecek diye mi? üstteki modelin sebebi bu, evet.. bir de anne modeli var, onun sebebi başka: onunki çocuk, başkalarınınki onun-bunun çocuğu.. empatiden yoksunluk işte.. ama karma diye bir şey var bebeğim, yaptığın her haksızlık çocuğuna korkunç tecrübeler olarak geri dönecek :)

sanki sevmediğim şey aslında çocuk değil de ebeveynler gibi duruyor, değil mi.. değil işte :) onları sevmediğim anlar yukarıdaki anlar.. onun dışında özverili halleri falan gayet hoş.. ama evrensel eşitliğe saldırdıklarında, iyi ki yargı hakkım yok diye şükretmeliler.. çünkü bu durumda tavrım açıktır: göze göz, dişe diş.. benim bildiğim evrensel adalet acımasızdır..

çocuğu için hiç harcanmayacak şeyleri harcayan, dahası davasını ve dava arkadaşlarını satan bir örnek de var ne yazık ki; earth liberation front denen hareketi bildiniz mi canlar? belki de hiç duymadınız.. çünkü daha dişe dokunur eylemler yapmaya fırsat bulamadan grup liderlerinden biri "içeri girersem çocuğumu ancak şunca yıl sonra bilmemkaç yaşına geldiğinde tekrar özgürce görebilicem.. abarelloooo" şeklinde panik yaparak polisle işbirliğine girdi ve utanmadan tüm üyeleri tekeer teker gammazladı!! güzelim ELF dağıldı gitti :(

dağıttım, konuya dön.. neden çocuk sevmiyorum?
çünkü çocuk = küçük insan
yani ne demek?
kötülük ehliyetine sahip canlı demek..
yani bilinçli olarak kötülük yapabilen canlı türü.. örnek: kendinden küçük veya büyük canlıları gerekmediği halde öldüren, sırf eğlenmek için karşısındakini sinirlendiren, anladığı dilde sebepleri anlatılarak kendisinden yapmaması istenen şeyi gözünün içine bakarak yapan, içinde kötülük olan varlık.. bunlar da kötülük mü demiyoruz, çünkü küçük insan/çocuk, daha kendi zaten küçük.. elinden bu kadar kötülük geliyor.. kötü işte..  ben bunun neresini seveyim? üstelik tonton, şirin falan da değil*.. normal insanın küçük boyu işte.. çekici bir tarafı yok ki onun hatrına katlanmaya çalışayım..

kendime hatırlatmam gereken şeyleri hatırlatarak soruyu cevapladım sonunda :)

*tamam, kirpi yavrusunu pamuğum diyerek severmiş, onu biliyorum

görsel şooordan

25 Şubat 2015 Çarşamba

öfkeyle kalkan zararla oturur.. gerçekten bak..

akşam yatarken bakmıştım, bu sabah 6-7 arası yağmur ihtimali sadece % 50.. süper! bir buçuk gündür gezmeye çıkamayan, küçük bir bahçede yaşayan damla ve paşa itlerini gezdirmek için yakalanması gereken fırsat işte! saatim çaldı 6:30'da, koşarak attım kendimi dışarı, ikisini de aldım, çıktık yürüyüşe.. hemen çiş-kaka olayına girmek lazım, çünkü o bahsi geçen %50 ihtimal kendini göstermeye başlıyor.. acaba saat 6'nın bir yarısı yağmursuz, öbür yarısı yağmurlu anlamında mıydı o yüzde elli?? galiba öyle.. neyse.. çıbık çıbık, yürün.. falan derken, aralarda tasmaların dolanması gibi enn nefret ettiğim ekşınlarla parka doğru yollandık.. neyse.. sonunda damla koca bir eser bıraktı çimlere, topla, torbayı bağla, salla çöpe! evvett! yine becerdin, bu pratiklerden sonra basketbol sahalarına daha yakın hissediyorum kendimi :) böyle boktan şeylere seviniyorum işte :)
asıl konumuza ise paşa'nın bıraktığı eseri toplama aşamasında geliyoruz.. büyruuun.. benim zalak oğlum, paşa'm, beybim, şaban'ım.. üç parçalık bir eser bıraktı bir genç ağacın yanına.. sonra öbür yandan "hadi gideliim!" modundaki damla'ya inat olsun diye heralde, ağacın öbür yanına geçip, "bacım ben bu yandan gidecem, o yüzden de tasmamın bööyle son santimine kadar çekiştirmek suretiyle ağacın öbür tarafına geçiyorum" diye önce inat, sonra ısrar etmeye başladı.. HÜLEEAAYYYNNN!!!!! gelsene lan oğluuum!!! ben bağırınca daha da kaçıyo salaak!!! tasma çıkacak kafasından!!! ÖÖEEEHHH!!!!!!! BU NE LAN ELİMDEKİ!! TORBA!!! ÇAKİİM BARİ BEN ONU YERE!!! ÇAAAT!!! LÖPÇKKK!! SAÇILL!! mühüüü!!!! her yer bok olduu:( sağ çizmem, montumun sağ yanı komple minik boklarla kaplandı! kokiyyooo :( kalktı geliyo paşa ipnesi.. lan oğlum daha önce gelsene lan.. süklüm püklüm eve git.. dışarda çıkar montunu, boklu eldiveni, bereye bişey olmamış neyse ki, ama belki partiküller uçup yapışmıştır diye onu da al eline.. HAYIIIRRR!! ÇAMAŞIR MAKİNESİ DOLUUU!! mühüü :( ama yazık diil mi bana.. pis şeyleri şimdi de içe doğru katla, koy yere.. ellerini yıka, makineyi boşalt, pislikleri tekrar selamla, pis tarafları dışarı gelecek hale getirmek için bu kez de dışa doğru katla, makineye tık, çalıştır.. yine ellerini yıka!! bböööhühühüühüüüü :(( sabah sabah lan! al işte! masum bir hayvana gereksiz yere sinirlenirsen başına bunlar gelir salak demo!

neymiş efendim, ataların bir bildiği varmış; öfkeyle kalkan zararla otururmuş.. bu anlattıklarımın gerisi mutfakta da geldi.. halbuki hanım hanım al boku yerden, paşa salağına doğru yönel, bırak damla takip etsin bu sefer de sizi.. di mi.. 

p.s. görsel bulamadım, fıkrayla idare edin anacıım :)
anne köpekbalığı genç yavrusuna bir insanı nasıl yiyeceğini öğretiyormuş.. "ilk önce önünden hızla geçer, gözden kaybolursun.. sonra sağından geçer ve yine gözden kaybolursun.. daha sonra da solundan hızla geçer ve gözden kaybolursun.. sonra da biraz bekler, paşa paşa gelir direkt yersin.." diye anlatmış ve tekrarlamasını istemiş.. genç köpekbalığı "direkt gider yerim, hiiç uğraşamam.." demiş..
annesi "bak evladım, olmaz öyle.. benim anlattığım gibi yemelisin.." dese de, çocuk inat etmiş "direkt gider yerim ben! ne gerek var uğraşmaya.." demiş.. 
annesi de "iyi.. git, boklu boklu ye o zaman!" demiş :)

çok pislik oldu sabah sabah di mi..