20 Kasım 2008 Perşembe

itler ve sebep oldukları

bugün arka sokakta yaşayan sokak köpeğimle veterinere gidip hayriye'ye kum aldık.. ona da oyun kemiği tabii ki.. ben sohbet ederken, it kardeşim oyuncağını bir yerlere saklayıp beni almak için geri döndü.. mutlu mesut eve dönüyorduk ki, yıllar önce olan bir olay tekrar vuku buldu..





karşıdan gelen mini mini ortaokul veletleri -hayvansever küçük insanlar- "köpek sizin mi teyze?" diyerek beni altı yıl geriye ve yediyüz kilometre kuzeybatıya (ya da öyle bir yere işte) götürdüler.. üniversiteden yeni mezun olmuş bir çıtırken veletlerin kucağındaki bull terrier yavrusuna elmyra dalışı yapmıştım.. "sizin de köpeğiniz var mı teyze?" dediklerinde çok komik gelmişti.. o zamanlar kesinlikle teyze değildim.. ama bugün çok ilginç geldi 'teyzelik'..


beraber çalıştığımız onlarca anneden biri, geçenlerde beni kızıyla "demo teyze" olarak tanıştırdığında, "ablayım ben yahu" refleksim çalışmıştı.. aynı hafta içinde, o arkadaşım ve diğerleriyle yemek yerken en deli olanının kızıyla -beş yaşındaki yayla isimli küçük insanla- sohbet ediyorduk yine.. durdu.. şöyle bir baktı diğer arkadaşlarıma, "ya senin annen yok mu?" dedi.. "e vaar" diye salak salak baktım velede.. "o niye gelmedi peki?" dediği anda yayla'yı öpmek, yayla lezzet testi yapmak istedim..

teyzeliğe terfi etmek konusundaki hislerime karar vermeye çalışıyorum yani.. eskiden tuhaftı.. şimdiyse ilginç; teyzeleri incelemek istiyorum.. kendimi dışardan görmek istiyorum.. ama olmuyor işte.. teyze olmak bir yandan da heyecan verici..

ama heyecan verici olan başka bir şey daha var.. hala yirmilerinde olan bir tek ben kaldım ortamlarda! son yılım.. ve her lafın arasına sıkıştırıyorum "en çıtır" olduğumu..

yani böyle iki ara bir derede bir his.. iki taraf da hoş görünüyor şimdilik, ama ben geride kalmak üzere olanın daha bir tadını çıkarıyorum.. nasıl olsa uzuuuunca bir süre teyze oluciim (umarım)..

Tanrım beni michael jackson sendromundan* koru.. amin..
p.s. türkçede en çok kullanılan harf t'dir(miş).. (bkz. yukarda baktıklarınız)

* link ararken öğrendim ki, burda asıl söylemek istediğim şey peter pan sendromuymuş.. michael jackson sendromu ise tamamen alakasızmış konuyla..

18 Kasım 2008 Salı

biir biir biir. . .

biir..
onun ayakları her yerde!
evet evet.. yumuşak-sert dinlemiyor; kağıtların üzerinde kayıyormuş, umurunda değil; ıslak kuru bile fark etmiyor.. öyle bir şey işte.. hatta öyle bir şey ki, golden retriever gibi (bkz.çöp öğütücü); çekirdek, pırasa, fındık, kuru ekmek.. bir de oyuncağını atınca geri getiriyor.. önüne bırakıp "mivv.." sonra yine at-getir, at-getir.... ayakları daha biraz önce klavyedeydi..
zzzzzzzzzzzzzzzzz
hahahaaa iyi kedi lafının üstüne geldi ve malum bölümü yazdı :) bir de eve geldiğinden beri -temmuz sonundan beri- evin içinde bir çeşit korku filmi atmosferi yaratmak için çabalıyor geceleri.. hayal ediniz şimdi: yastık.. kafa yastıkta... yumuşacııkk.. ohh... uykuuu.... (tam o sırada) cıyır cıyıırrr cııııyyyyy; meali: duvarlar tırmalayan kedi tırmığı sesi.. geril gerillll.... bir tek dileğim var bu konuda.. malum patiler her yere girip her türlü naneyi yesinler, ama lütfen lütfen kışın sobanın üstüne atlamasınlar..

biir..
kışın gelmesiyle, iki yıldır ankara'da yaşayan kardeşimin güney illerine göç mevsimi geldi.. ve bu tür göçerken iki oda-bir salonluk eşya sahibi yuvasını da ilk yuvaya geri taşımasıyla tanınan bir cins olduğu için evde yapılmakta olan zorunlu feng-shui aktivitelerinin son seansları da bu akşam yapıldı.. içinde her şeyden birkaç çeşit olan dolaba daldık.. ilk bilgisayarlarımızın kasalarını güle oynaya sokağa, çöpün yanına bıraktık.. onları bile feng-shuiledik ama çok eski bir aile sanatına ait birçok parça tabii ki dolaptaki yeni görev yerlerine yerleştiler.. yeniden kullanılabilir güzel plastik ve kağıt torbaları toplama sanatının konusu olan bu parçaların sergi yerleri zaman içinde değişime uğramış ve bahsi geçen sanat dalı yatak-divan altları yerine büyük dolaplarda icra edilmeye başlamıştır.. yani bizim evde öyle, dayımlarla teyzemlerin evlerindeki galerileri incelemeye uzun süredir fırsat bulamadım..

biir..
bir süre önce anneme mouse'umu verdim o da bana yenisini almış.. ama pavyondan! valla bak.. bu tür bir şeyi sıradan bir yerden alması mümkün değil.. herkese söylüyorum, annem cennetlik bir kişi, pavyondan mouse kurtardı diye.. ama nedense burada yazmadan önce iki kez düşündüm.. nedense politically correct olmak zorundaymışım gibi davranıyormuşum bugüne kadar; şimdi fark ettim ve tavrımı değiştirdim hemman.. yahu zaten burayı okuyan adam alınıp darılcaksa kapatır gider değil mi.. evet evet ben salağım.. herneyse.. konuyu dağıtmamak lazım.. çünkü fark edildiği üzere bütünlük konusunda muhteşem bir yazı olmakta... hakkını yemeyelim, anneciğim bu aleti alırken gerçekten de seçmiş ama, kablosu uzayıp kısalanlardan, çok havalı bir şey.. bakınız:

olup bitenlerin bir kısmını biir bir anlattım işte..

8 Kasım 2008 Cumartesi

geleneksel toplu doğumgünü şenlikleri


bu yıl kademeli olarak ellibeşincisi, ellibirincisi, otuzuncusu ve yirmidokuzuncusu düzenlenen geleneksel toplu doğumgünü şenliklerinin öncekilerden daha sakin geçtiği söylenebilir.. şöyle ki, otuzuncuyu kutlayan arkadaşım dün akşam eğleşmeyi tercih ederken, şenliklere ellibir ve yirmidokuz yıl önce katılan annem ve kardeşim ise yarın bir araya gelecekleri için bir gün sonraya attılar heyecanla beklediğim pastayı.. geleneğin öncüsü olan dayım ise aradığımda (çünkü aynı şehirde değiliz) şekerleme yapmakla meşguldü.. küçükken hepsinin birbirine doğumgünü hediyesi olduğunu düşünür, bunu herkese söyler, onlar güldükçe kendimi dahi zannedip mutlu olurdum.. çok safmışım..

alayının doğumgünü kutlu olsun :)

hayırdır inşallah

biraz önce gördüğüm rüyadan sonra anladım ki, beni en çok üzen rüya senaryosu annemin beni sevmediğini anlayıp, ağlamak suretiyle kendimi helak etmem üzerine kurulu olanlar.. aslında tam olarak bunun üzerine kurulu olmuyorlar (bugüne kadar 2-3 kez gördüm), asıl konu başka oluyor; pikniğe gitmek, eve gelen arkadaşların çok gürültü yapması (ki bunların ikisinden de pek hazzetmem zaten).. ve annemin bana kötü davranmasına çanak tutan birileri var hep; bkz. biyolojik baba.. çanak tutucunun gazına gelen annem bana karşı sahip olduğu bütün pozitif duygularını bir kenara bırakınca, rüyanın geri kalanında yaptığım herşeyi gözyaşlarım eşlik ediyor..

hani kahkaha atarak uyanmak tarif edilemez güzellikte bir mutluluk verir ya insana, üzülerek ya da -Allah kimsenin başına vermesin- ağlayarak uyanmak da o derece bir mutsuzluğa sebep oluyor.. ve takip eden uzunca bir süre bu duygu insanın peşini bırakmıyor..

dünyaya dönüşüme yardımcı olan şey, genelde, yukarda sözü geçen çanak tutucuya tüm suçu yüklemek ve anneyle aslında ne kadar mutlunç bir ilişki sahibi olduğumu hatırlamak oluyordu.. bu sabah ilk kez daha bir iyi uyanıp "bu rüyayı neden gördüm ki?" diye sordum.. yani akıl-fikir sahibi bir insanın vereceği tepkiyi verdim sonunda.. dün akşam birkaç bira içtikten sonra sarhoş olan, aynı zamanda eski çalıştığım yerin yeni müdürü olan arkadaşımın "sen bizi basamak olarak kullandın"la başlayıp giderek beni dellendirmeye yönelik saldırıları olduğunu fak ettim.. (söylemeden geçmek istemiyorum, şu anda çalıştığım yere daha önce başvurmaya çalışıp, tüm şartları taşımasına rağmen başvurusu bile kabul edilmeyen bir çekemez kişisinden bahsediyoruz) saldırılar, onun alkolsüz konuşmaya davetimi reddetmesi, 40 yaşında olduğu ve benden özür dilediğini 4-5 kez tekrarlaması ve benim de zaten tek yapabileceğinin özür dilemek olduğu ve özrünü kabul ettiğimi söylememle -şimdilik- biten bir tartışmaya dönüştü..

eh arkadaş da beni germek için gerekeni yapmış demek.. şimdi asıl dileğim şudur ki, bir daha öyle rüya görmeyeyim.. görürsem de onun da sebebini bulmaya çalışayım ki rüya konusu ikinci plana atılabilsin..