29 Haziran 2008 Pazar

çok birikmiş

* bugünlerde ne zaman televizyon açık kalsa dumansız hava sahasında yaşadığımı hatırlıyorum.. ama neredeyse eminim ki, birçok içici/müptela (çok eğlenceli bu sıfatları çeşitlendirmek) bu reklamımsı şeyi gördüklerinde, aynı eskiden "duman avcılarıyıız biiiiz"i duyduklarında edindikleri koşullanmanın yeni versiyonunu yaşayarak, önce köpeklerinin salyalarını siliyor, sonra da yakıyorlardır birer sigara..

* ben yeniyim bu blog işinde, hatta hala blog derken veya bu sözcüğü yazarken bi iğrenç oluyo.. neyse.. tabii bi şekillendirme kaygısı var.. dış görünüş çok önemli şeylerden biri ne de olsa.. bu konudaki çalışmalarım şimdilik bekleme aşamasında.. ama algıda seçicilik durmuyor, çalışmalarını hiç yavaşlatmadı bile.. türlü çeşit bloga girip çıkıyorum.. fekat görsellikten çok ilgimi çeken şudur; blogların bir kısmının teması var.. mesela hayvanat bahçesi temalı bir blog var bu alemde.. nedense bana çok uzak geliyor bu.. ya da çok klişe geliyor bloga böyle bir tema bulup da, kenarda köşedeki bağlantıları da ona uydurmaya çalışırken kasmak.. yine de büyük konuşmuyor ve de büyük yazmıyorum..

* belgesellerden öğrenip de uyguladığım en faydalı hayat dersi şu olmuştur "yemeğinin en güzel yerini yiyerek başla, çünkü her an başka bir hayvan gelip yemeğine ortak çıkmaya kalkışabilir", bunu hep uyguluyorum artık.. bir süre önce pizzanın son iki dilimi kalmıştı ve hemen vahşi bir ortamda (okutmanlar odası) olduğumu hatırlayıp daha leziz görünen parçayı yemeye başladım.. ve izin bile almadan son parçaya saldıran sevimsiz çocuk da az malzemeli artık'la yetinmek zorunda kaldı.. iyi oldu..

* televizyon izliyorum.. hem de utanmadan, saklamadan.. hem de sadece cnbc-e değil.. o anda seçenekler arasında güzel bir şey bulursam onu, bulamazsam da değişik olan herhangi bir şeyi.. küçükken bütün kemal sunal filmlerini çıktığı (yani videocuya düştüğü) hafta alır izlerdim.. bugün de "davacı" çıktı karşıma.. açtım, oyun oynarken onu dinledim bir yandan da.. ya ben insanları benzetemediğim gibi müzikleri de benzetemiyorum (ki, bunu sadece görüşlere açık olduğumu göstermek için yazdım.. yoksa çok başarılıyım bence) ya da filmin müziklerini yapan ali haydar(!) kişisi iyi bir rock dinleyicisiymiş.. bulamadım ki internette müzikleri, hangi şarkıya benzettiğimi anlayıp yazayım..

* üç gündür içimde dinmek durmak bilmez bir ney üfleme arzusu var.. ben ki yeteneksiz.. ben ki nota bilmez.. ben ki ailenin odunu.. nereden çıktıysa??? gidip kardeşimin odasında ney aramaya da korkuyorum, ya üfleyemezsem diye.. şimdilik..

* bir buçuk ay insan bir şarkının peşinden koşar mı.. sadece melodinin minik bir kısmı aklında kalmışsa, şarkının da sözü yoksa ve kimse o minik melodicikten birşey çıkartamıyorsa bu faninin başına neden bu gelir??? ama bu arada iki-üç hafta aralıklarla işaretler geldi unutmamam için.. melodi müsveddesini unutmak üzereyken tchibo'da çıktı karşıma (tabii ki sordum çalışanlara, ama CD'nin kabında falan hiçbir şey yazmıyormuş.. merkezden "çalın bunu" buyurmuşlar); şimdi de tv'de tobi reklamında elektronikleştirilmemiş versiyonu arka planda inceden duyuluyor.. (bu yazı yazılırken vuslata çok az kaldı.. yardımsever bir arkadaşım parçayla ilk karşılaştığım i-poddaki tüm şarkıları yola vurmak suretiyle işimi kolaylaştırmak için zahmetten kaçınmadı, sağolsun..)

* teoman iyidir.. müziği yani.. karşıma çıktığında hayır demem pek.. iki yabancı'yı dinledim, en son bir festivalde karşılaşmamızda..
"ya da çölde çay filminden
bir sahne var aklımda
oyuncular sanki biziz..."
diye duyunca aklıma desperate housewives'ta mike'ın hafıza kaybını atlatma sürecindeyken sevgilisinin yanık kreplerden m-i-k-e yazdığını bir film sahnesiymiş gibi hatırladığı aklıma geldi.. tam hollywood'un hedeflediği duygusallık moduna girdim.. şaşırdım sonra da!


edit: "davacı" filminin müziği olarak hatırladığım (bkz.balık hafıza) ve aslında sadece saz tıngırtısından mamul olan bölüm şurada 00:08-00:50 ve 1:45-2:10 dakikalarda dinlenebilir.. kardeşimle yaptığım kısa röportaj sonucu bunun "rock müziğinde çok sık rastlanan riff'lerden (yani notalardan oluşan gitar motiflerinden) biri olduğunu" da öğrendim.. ama ali haydar'ın özünde rockçı olduğunu hala savunuyorum, o ayrı..

25 Haziran 2008 Çarşamba

kitlerler


bu sitedeki resimleri görünce şunlar geçti aklımdan: inanılmaz! çook ilginç!! kim fark etmiş bunu yahu??? ya da bunu fark ettirecek kadar benzeyen hayvan hitler’in reenkarnasyona uğramış hali midir??

daha sonra şunlar geçti: almanya'dan bu link’i yollayan kuzenlerim gerçekten de deliler mi? oradaki insanlar durup dururken google’da hitler yazıp farklı versiyonlar mı bulmaya çalışıyorlar?? ve kırk yılda bir izlediğim ingilizce-olmayan-filmler sınıfına giren almanca film neden bu yazıyı yazarken tv’de gösterilmekte??

en son da şunlar: bu kedi milletinin gözünde zaten her zaman “içimdeki kötüyle tanışmak istemezsin” bakışı vardır.. buradan hareketle, sitede gördüğümüz kitler’ler için bir çeşit yin-yang versiyonu diyebilir miyiz?. her iyinin (kedi) içinde biraz da olsa kötü olduğu gibi, her kötünün (hitler) içinde de bir nebze de olsa iyilik var mıdır?? konu hitler olunca cevap için çok düşünmeye gerek yok tabii..

ve seçtiğim birkaç kitler; ki onlara bu ifadeyi neyin verdiğini keşfetmek için yapmamız gereken siyah beyaz olmayan kitlerlere bakmak bence.. gözlerdeki kediye özgü karanlık ifade ve hitler bıyığının yanında, hitler selamı, saçı/kakülü ve aksesuarlar..

bu ikisi çok benzemeseler de iki hitlerin birbirine böyle sıcacık sarıldığını düşünmek bile komik..




23 Haziran 2008 Pazartesi

hong kong bana güzellik yaptı !



bu deseni nerede neyin üzerinde görsem hiç düşünmeden satın alıyorum.. geçen sene bir kutunun üzerindeydi.. kutuyu evde bekleyen bir görev olmadığı halde aldım.. bu sene aynı desen bu kez de minicik bir tepside -türk kahvesi içenlerin kullanacağı boyutta olanlardan.. onu da alıp evdeki irikıyım soydaşlarının yanına koydum.. kutuyu poşet çaylarla doldurduğum gibi, tepsinin de üzerine zaman zaman minik şeyler koyup bir yerlere götürürüm sanırım.. ama asıl konu o değil zaten..

bu desen taa çocukluğumu, annannemin evini hatırlatıyormuş bana meğer.. tabii ki bunu yeni anlamadım, geçen yıl kutunun binbeşyüz fotoğrafını çekip sülalenin dişilerine gösterdikten sonra bu kanıya vardık.. yine de onlar pek emin olamadan bu fikri yürüttüler.. ben ise deseni oradan tanımasam bile, o evdeki huzuru ve mutluluğu buluyorum şimdi mutfağıma girince.. şu anda var olmayan o yere sanki geri dönmüşüm gibi bir mucizevi etki yaratıyor üzerimde.. tonton’lu (pikeden bozma) masa örtüsü veya çocukken onsuz uyumadığım köpek sadece bana anlatılan şeyler.. bu desen ise geçmişten gelip kapitalizmin kalesi güzide bir süpermarketimizin raflarında yerini almış, dokusunu hala muhafaza eden bir mucizevi dokunuş resmen..

japonlarla* alakalı hiçbir şeyden hazzetmeyen bir kişi olan ben, işte bu noktada biraz mahçup oluyor ve malum dokunuşun yaratılmasındaki katkılarından dolayı gerekli hong konglulara buradan teşekkürlerimi uzatıyorum..



*ki burada japondan kasıt japonya, çin, vietnam ve benzeri ülke çıkışlı her türlü şeydir.. sebebi de benim ırkçı olmam değil, onların mantıksız hayvan düşmanları olmalarıdır.. (bu konuda bu kadar yüzeysel düşünmekten aldığım açıklanamaz haz da bonus olsa gerek)

20 Haziran 2008 Cuma

dolar kurbanı?


kenarımda duran üç kuruşu dolar olarak yine aynı kenarda saklamaya karar verdiğim günün gecesinde, bir yıldır tanıdığım bir köpek kardeşim tarafından ısırılmak bir işaret değildir.. bunu ben de biliyorum..

ama bahsi geçen kardeşimin adının "dolar" olması, bu yaşananları bir işarete dönüştürür mü?

yukarıdan "eyyy kulum.. üç kuruşunu da çarçur etmek üzeresin.. yapmaa.. bu it seni ısırınca de ki: ben dolar kurbanı oldum.. ağzından çıkanı kulağın duyunca da sağduyuna kulak ver.." gibi bir mesaj gelir mi insana perşembe gecesi içilen ve kafayı güzelleştiren sadece iki biradan sonra (sadece iki biranın demoyu güzelleştirmesi de bir başka işaret midir acep?)

yine karışmak üzere bildiğim her şey...


p.s. üst üste üçüncü kez hayvan-haşaratla ilgili yazı yazmak olsa olsa iyiye işarettir..

18 Haziran 2008 Çarşamba

kedi götünü görüp cadı sanmak

yok yok.. "kendi" değil, "kedi".. ve de evet, cadı..

sabaha karşı gözünü açmak.. karşında odanın kapısını görmeyi beklerken, orada sana dönük bir halde duran cadıyla karşılaşmak.. çatısı tıkırdayan, pencereleri kapalıyken kapısı gıcırdayan oda atmosferinin etkisidir deyip, gözlerini kapatmak.. ve tekrar açmak.. yine orada.. cadıdan kurtulamamak..

cadının orada koca koyu renk saçlarıyla (veya şapkasıyla), koca suratıyla, suratının ortasındaki kocaman çirkin burnuyla, süklüm püklüm keçeleşmiş kıyafetiyle, yerlere kadar uzanan saçaklar içindeki kollarıyle hiç istifini bozmadan hala orada duruyor olması..

3.75 ve 2.50'lik lensler kaplarında huzur içinde dinlenirken, aynı derecede eksik gören gözlerle zoom yapıp "bari yüzünün ifadesini göreyim de.. dost mu düşman mı, ona göre gardımı alayım" demek.. ifadesini seçememek..

fakat.. zoomlayınca cadının -ortasında koca kahverengi burnu olan- koca pembe yüzüyle tanış çıkmak.. paniğe kapılmadan onu baştan aşağı süzmeye başlamak.. vücudunun bittiği verde yatağın başlaması, doğal olarak.. ama ayaklarının yatağa basıyor olması!!??! yavaş yavaş, ayaklara-dizlere de aşina olduğunu fark etmek!!.. ve sonunda, başucumdaki bardağımdan sessizce(!) su içen felis'in kıçını burnuma dayamış olduğu gerçeğiyle büyük şokun yerini küçük şoka bırakması..

büyük resmi göremeyecek kadar yakından bakmanın korkunç yanlış anlamalara yol açtığını sabahın 5'inde tecrübe ederek öğrenmek.. tuhaf korku halleri içinde, yerinden hoplayan yüreğe sarılıp uykuya dönmek..



korkağın notu: bunu, neden yaşadıktan yaklaşık bir hafta sonra mı yazıyorum buraya.. çünkü o cadının kuzeni artık takı çekmecemde ikamet etmekte.. birbirlerine benzediklerini aldıktan 2-3 gün sonra daha yeni farkettim haliyle (hafif olur demonun jetonu).. birkaç gün önce görüp de çok tanıdık geldiği için almak zorunda hissettiğim küpeden bozma kolye ucum işte bu:


15 Haziran 2008 Pazar

aç açın halinden anlamaz

bazı kediler daha karakterli oluyor demek aynı bazı çinliler daha yetenekli oluyor demek gibi.. kedi-köpek-kuş-iguana-deniz atı hepsi hayvan sonuçta, aynı hepimiz insan olduğumuz gibi.. bunları yazarken ırkçı olmadığımı kanıtlamak* çabasında değilim.. sadece elimde koca pizzayla mutfaktan çıktığımda kedimi hala 15 dakika önceki yerinde oturuken gördüm.. yaklaşık 15 dakika önce üzerinden atlayıp mutfağa gitmiş ve pizzayı ocağın en kısık ateşli bölümüne koymuş ve tekrar kedimin üzerinden atlamak suretiyle salona dönmüştüm.. ve sonra ısınan pizzayı almak için yine üstünden atlayarak mutfağa girip elimde tabak ve kola şişesiyle yine üstünden atlayıp salona doğru giderken üzerimde bir çift göz hissettim.. döndüm.. göz göze geldik.. ve sonra boş mama tabağıyla da göz göze geldik.. asalet abidesi felis'im benim.. "mrk" bile demedi.. üstelik bunu hep yapıyor tavrına hayran olduğum yaratık.. bu sefer yazdım çünkü evde dürtüp de "bak yahu şu felis'in yaptığına.. nasıl mahçup etti yine bizi.." diyebileceğim kimse yok..



*bkz. tom jones the sex bomb


fırsat bu fırsat... işte birkaç felis fotoğrafı..






























































































14 Haziran 2008 Cumartesi

sevgi.. barış.. kardeşlik.. hede.. hödö..

aşk, dostluk, merhamet gibi pozitif hislerin en içten haliyle, kendini frenlemeye çalışmadan ifade edildiği sözler hem daha etkileyici oluyor hem de daha çok övgü topluyor..

öfke, nefret, düşmanlık gibi negatif duyguların da asaletin bir kenara bırakılıp, tüm içtenliği ve içine sığmayıp taşan tüm kötülüğüyle, en net ve sade haliyle ifade edildiği sözleri görmek için* 'söz ve müziği zardanadam grubuna ait "sarışınlar boktur" adlı eseri dinleyelim şimdi de..
şimdi senin düşmanınım, mutsuzluğun mutluluğum!
resmindeki gözleri oyup, başucuma koydum!
bakıp bakıp tükürdüm sana!...'

şarkıyı dinleyince asıl takdiri hak edenin, içindeki kötülüğü böylesine samimi, gelecek tepkileri umursamadan cesurca dışa vuran kişiler olduğuna karar verdim..

* takip eden sunuş bölümü TRT1 spikeri mehpare çelik edasıyla okunmalıdır..

tom jones the sex bomb !


bir önceki jenerasyonun, tüp patlamasından yeni kurtulmuş gibi görünen saçları ve ten rengine* rağmen tom jones'u sex ikonu kabul etmesi ne kadar inanılmazsa, onun "sex bomb" videosundaki iki kişilik dans sahnesinin (evet tom'un konuşur gibi şarkı söylediği bölüm) erotizm katsayısının bu kadar yüksek olması da en az o kadar inanılmaz bir gerçek...

p.s. videoyu bilenler hatırlayıp "yaa.. evet aslında..." deseler yeter.. buraya link vermememin de youtube'un kapalı olmasıyla veya yıllar sonra izleyip de eskisi kadar etkileyici bulmamamla çok ilgisi yok... tamamen tembellik...



* ırkıçı değilim, ama bir yandan da "the whiter the better"

9 Haziran 2008 Pazartesi

etik ?





öğretmenlerin de acaba doktorlarınki gibi gizlilik sorumluluğu var mıdır? yani sınıfta konuşulan sınıfta kalmalı mıdır (dışarı çıkmamak anlamında tabii ki yahu, sınıf geçememekle ne alakası olabilir ki!)?

eğer bu sorunun yanıtı “evet”se başım büyük dertte demektir.. üstelik yalnız da gitmem, saygın öğretim kurumlarımızdan birinin yarı kadrosundan fazlasını da yanıma alırım ki, her nerede olacaksak orada canımız sıkılmasın, öğrencilerin yaptıkları saçmalıkları anlatıp gülelim diye (sadece anlatmak, çünkü orada komik kağıt fotokopilerini asacak bir pano bulunmadığı gibi, panonun orijinali de kanıt olarak alıkonulmuş olacaktır muhtemelen).. maksat vakit iyi/çabuk geçsin..

doktora ve yanındakilere en önemli ve hatta mahrem dertlerimi anlatıp çok da saçma sapan sorular soruyorum bazen.. peki ya onlar da benim gibilerse?? yani birinin blogunda kendi yaptığım bir geri zekalılığı okursam bir gün?!?! tabii ki ortalığı ayağa kaldırır, beni yıllarca tatillere götürüp yaşatacak tazminatı alırım –o yılları burada harcatacak bir mahkemede değil elbette, anlaşma/pazarlık yoluyla..

bir an karşılaştırınca buldum cevabı.. öğretmenler bu gizlilik anlaşmasından muaflar.. çünkü sınıfta başka bir sürü öğrenci de var ve yapılan komiklik/salaklık onların da önünde vukuu bulduğu için kamusal hale geliyor*.. doktordaki gibi sadece profesyoneller yok ortamda.. zaten onların hipokrat yemini var, çarpabilir –ki bu da başlı başına ayrı bir konudur..

evet, canım blogum sayesinde yine bir çıkmazdan çıktım ve de vicdanıma azap olan konulardan birinden yine kendileri sayesinde kurtuldum.. hatta yıllardır en sevdiğim eğlenme yöntemlerinden biri olan sınıf-ödev-sınav anıları isimli koleksiyon çalışmasını oluşturmaya ve buralara taşımaya karar vermiş bulunmaktayım an itibariyle –netekim cümlenin kendisi de kararın bu anda alındığının en iyi kanıtıdır..






*emin olamadım bu laf buraya uydu mu uymadı mı, ama sonuçta halktan bir grubun kullanımına açık bir anı haline gelmekten bahsediyorsak neden olmasın ki..

5 Haziran 2008 Perşembe

ayça şen şakrak



yok yok.. şakire şakrak'la ne alakası var canııım... filmin* yeni versiyonunda (remix) falan oynamayacak..


köşe-kitap yazarı, çizer, konuşur kişi ayça şen aynı zamanda şakırmış da.. ben ilk kez makine'de duydum.. hayran kaldım -kesinlikle iltimas geçmiyorum.. link bulamadım ama kayıt varsa ele geçirip editeceğim kesinlikle.. tayfasının kaptanı aylin aslım'ın "ben kalender meşrebim"inin ilk kuplesindeki vokali ayça'nın çocuk saflığındaki sesine benzettiğim için kendimden utandım makina'da izlerken.. nedense aklımda daha sert bir imaj kalmış demek ki.. belki de küçükken, kendinden küçükleri "böccek.. böccek..." diye korkuttuğundandır, kim bilir..


uzun süredir beklediğim albümün müjdecisi olan "son zamanlarda" artık ulaşılıp dinlenebilir bir yerde..





p.s. gözünü seveyim kalemin-kağıdın.. gün içinde bilgisayardan uzaktayken onları bulamasaydım bu iki satır yazıyı hayatta bir araya getiremezdim dibimdeki okulun pavyon modeli pilav günü/gecesi eşliğinde!!



* sen de mi şakir

1 Haziran 2008 Pazar

blogu psikolog olarak kullanmak!! ..


bütün gece eğlenmek.. çıkınca köpeği görmek.. onu severken, sarhoş güruhun "o suçlu" demesi... etrafa bakınmak.. insan seviyesinde baktığın için bir şey görememek.. "kediyi öldürdü" demeleri... hayatında belki ilk belki de en çok ikinci kez can çekişene tanık olmak... kediyi kendi haline bırakmak..

aşşaalık şehir şartlarının -insanların!!!!!!!!!- hayvanı hayvana kırdırmasına tanık olmak!!!..

kabusunu görmek üzere eve gitmek :(((

buraya döküp, kabus görmemeyi ummak bencilce !


edit: dün gece malum köpekle karşılaşıp (bkz. yukarıdaki kardeşim) artık zor yürüdüğünü fark edip, sanırım hayatımda ilk kez bir hayvanın dünyadaki vaktinin azaldığına üzülmedim.. yine de onu çok seviyorum..