30 Mart 2012 Cuma

25 ocak ciharşenbe - tanakora!!

Ooohhh… tanakoraaa!!! bugün buraların en muhteşem alışverişini yaptım.. tanakora’ya gittik teyzemle.. üçüncü dünya ülkelerine gönderilen ve bedava dağıtılması gereken yardımlar buraya veriliyormuş, onlar da çoğu ikinci el olan malları burada satıyorlarmış işte.. şöyle güzel-böyle kaliteli şeyleri aman da ne ucuza alıcaz diye reklam yapıp duruyolardı teyzemle nesim.. aman da ayakkabılar ne kadar süper kaliteymiş falan.. anacım benim her cins ayakkabı giyebilen bi halim yok ki.. 2-3 marka yeterince yumuşak.. ben de onlara mahkum yaşıyorum işte.. neyse, gidelim dedik.. heyvanım* nesim'caazım yarınki sınavına çalışırken biz de kendimizi tanakora’nın tükanlarına attık.. ilk bikaç dükkanda bi numara çıkmadı.. sonra bi kabancı-mantocuya daldık.. güzel şeyler vardı.. bildiğin first lady kıyafetleri falan askılarda.. sorduk “bunlar neçe olaar?” diye ve aldık o güzel yanıtı :”altı min tümen” !!!! laaaannn!!! min tümen bir liraya falan denk geliyo.. ne yani?? altı lira mı olm bunlar?!?!?! bi yandan şaşırıp bi yandan da bakarken birer tane bulduk teyzemle.. burada para işi bizim altı sıfır atıldığı zamanlara benziyo.. yani altı tümen de diyebilirsin, altımin de.. kabine girip denemeden önce iyice emin olduk ki adam gerçekten de altı tümenden bahsediyo!! oohhhaaaaaaaaa!!!!!!! dal dal dal dalll… giy giy giy giyyy..... beğendik.. görgüsüzce dükkanı talan ettik.. hayıf** üstümüzde istediğimiz gibi duran bir şey bulamadık.. neyse.. sevine sevine koştuk döndük sokaklara.. arkadaşıım inanamazsın.. bi tane daha böyle dış giyimci bulduk.. bil bakalım ne? orda tanesi beşmin tümen!!!!!!!!!!!!!! Allaaaaahhhhhhhh!!!!!!!!! işte ordan beş tane ben, bi tane de teyzem kaldırdık.. eşşek kadar ağır torbalara doldurup çıktık malları :))) artık bi beş yıl kaban almama gerek yok.. zira her renk kabanım var; turuncu, pembe, gri, mor, bi turuncu daha, bi pembe daha :))) teyzeme aldığımız da sonradan gördük ki lama tüyüymüş.. benimkilerin de en kötüsü(!) kaşe.. sonradan jeton düştü ki, bunlar iran’da giymek için çok kısa.. o bakımdan hepsi benim olabildiler.. işte sayın seyirci; huzur islamda.. ben şanslı bir kişiyim :)))
son dükkanda teyzem önce başka bi manto almıştı, sonra daha güzelini bulup o ilk aldığıyla değiştirdi.. aradaki beşmin tümeni de (az değil haa.. koca bi kaban alınır o parayaJ) ben veriim dedim, bozuk var diye.. neyse.. adama uzattım parayı ve adam gayet kendinden emin “siz konaksığız, gabili yoh.. almam..” dedi.. ben de hafif mahçup, adamcağızın jestini geri çevirmemek için teşekkür ettim, döndüm teyzeme, dükkandan çıkıcaz diye.. adam almadı ben misafirim diye, dememe kalmadan bi de baktım ki teyzemin gözleri kocaman oldu “yok, sen ver..” dedi.. adama döndüm “buyrun.. sağolasığız..” diyerekten.. ama adam kararlı “yoh baba.. gabili yoh..” diye ısrar ediyo.. ben yine elimdeki parayı cebime doğru yönelttim, “teyze almıyo işte..” teyzem o jetonumu düşüren cümleyi söyledi “tarif ediyo***, ver sen..” anacım meğer adamın ‘gabili yoh’u aynı taksicininki gibiymiş.. tariften dolayı yani.. adama durumu açıklamaya, benim bu ısrar meselesini daha öğrenemediğimi, türkiye’de böyle bi durum olmadığını anlatana, on kere falan özür dileyene kadar biz teyzemle koptuk tabii :)) walla fazla kibar bu adamlar.. kültürlerinin taaaa en temelinde var bu tarif meselesi.. sırada beklerken eniştemi seyrederek en güzel örneklerinden birini görebilirsiniz mesela.. sıra sana geldikçe arkandakine ikram ediceksin ısrarla.. ve beklemeye devam.. sonra yine arkandakine ikram ediceksin.. ta ki senden daha dişli bi tarifçi çıkana veya dükkanda artık en son sen kalana kadar.. gerçek bak.. dün bunu kendi gözlerimle gördüm.. eniştem kasaptan çıkamadı yarım saatte :)) ya da insanların herhangi bir kapının önünde “siz buyurun..” yapmaları da buna iyi bir örnek olur.. ama eksik bir örnek olur.. zira bu sadece kibarlıktır, tarif sınırlarına girmesi için –abartmıyorum– en az beş-altı kez karşı tarafı canından bezdirircesine kararlı bi şekilde önden buyurmamak lazımdır.. neyse.. adama durumu anlattıktan sonra bile “gabili yoh” moduna devam etti ama ben zorla verdim parayı.. eve taksiyle geldik haliyle.. burada taksicilerin işi çok zor.. hem dünyanın yolunu getirip sadece ikimin tümen gibi minik bi para kazanıyolar, hem o trafikte hayatta kalıyolar ve de kimseyi öldürmüyolar (sinirden).. ve hem de o kazanacakları parayı kazanmamak için en az iki-üç kere “gabili yoh” riskine girip parayı gördükçe başka tarafa doğru bakıyolar.. evet.. tarif is back!
ve bir de, tanakora'ya neden tanakora deniyor sorusu var.. eh doğru tabii.. iran'dayız.. buranın adında bi imamın falan adı geçmeliydi aslında.. tanakora gereğinden uzak doğu'ya götürüyor insanı.. ve gerçekten de öyleymiş.. adını bi japon dizisindeki herşeyi bulabileceğiniz bir ikinci el dükkandan almış teyzemden öğrendiğime göre..
*heyvan:zavallı
**hayıf: ne yazık ki
***tarif: iran'daki ısrar olayı.. karşı taraf ısrarınıza karşı koymaktan bitkin düşünceye kadar ısrar etme geleneği.. başarılı bir tarifçi, akşam yemeğinde doymuş adama bir tabak daha yedirir :)
fiil hali: tarif etmek.. itiraf ediyorum, edebiyatçı kimliğimi bir yana bırakmamış bir kişi olmama rağmen, "tarif"in ne anlama geldiğini anlamak birkaç günümü aldı.. ilk birkaç seferde, "heralde biri bişey tarif etti, ondan bahsediyolar şimdi.. nerden estiyse.." diye şaşıp şaşıp kaldım.. cümle içinde şöyle kullanılıyor: mesela bişey için ısrar ediyosun, ama gerçekten ikram ediyosun o şeyi, yani kibarlıktan falan ya da yarım ağızla değil.. "alasan gurban.. wallah tarif etmirem.."

p.s. alışveriş yapmaktan fotoğraf çekmeye vakit bulamamışım bugün.. en üstte, sokağa çıkmadan önce sabah kahvaltısı için teyzemle beraber açtığımız ve kuzine üstünde pişirdiğimiz, rahmetli annannemin "pıtpıt ekmeği" dediği lezzetli yufka ekmeğini görmektesiniz :)

p.s.2. burada tanakora'ya ait birkaç fotoğraf var.. evet.. ben oradaydım :)

18 Mart 2012 Pazar

urmiye - 3

23 Ocak doşanbe
dünkü ilk sokağa çıkma denememde sadece bir ince eşarp örtmüş ve kulaklarımı donmaktan zor kurtarmıştım.. geceyse bere ve atkı olayına girip burada da antalya’daki aksesuarlarımla üşümeden yaşayabileceğimi anlamıştım.. bugünkü planımız hayyam’a gitmek.. durun heyecanlanmayın.. ben de öyle sanmıştım, ama değil.. hayyam buraların kapalı yolu.. bir çeşit istiklal caddesi gibi.. ya da izmir’in eskileri bilir, hergele meydanı diyelim.. bu kez dışarı birkaç saatliğine çıkıyoruz.. her ihtimale karşı attım bereyi çantaya, kafaya da teyzemin verdiği kaymayan pamuklu eşarbı taktım.. ooohh.. gayet yahşi oldum.. ortama uyum sağlamak için de sürdüm koyu kırmızı rujumu, siyah göz kalemimi, eşarbı da ittim kafamın gerilerine doğru.. zira öbür türlüsü bir tuhaf oluyomuş buralarda, fazla örtmemek lazım, yobaz diyollaa insana :)

işte sokaktaki ilk günün getirdikleri:
nesim ve ben :)
dedim ya, ne açıyosun, ne kapatıyosun..

 iran'da yürüyüşe çıkıp ilk beş dakika içinde tömer ilanı görmek!!!


 bir önceki bölümde belirtmiştim.. yas günlerine denk geldim..
resmi bayrağın iki yanındaki siyah bayraklar o yüzden var..
 bu caddenin solunda şehir çayı var.. bi gün oraya taşınırsam bakacak su var yani :)
 ooh.. dağlar da tamam :)
 çay, eriyen buzlar yüzünden şehir çamuru görüntüsünde haliyle..

boş duvar görmek neredeyse imkansız..


amcam patlamış mısır satıyo resmen.. yersen!.. 

ahanda urmiye tömer'de bir sınıf.. 

şubat sonu hamlet geliyomuş urmiye'ye..
walla biletler üçmin tümendi yamulmuyosam.. yani 3 liradan az.. 

bu resimlerden de çok var..
çoğu şehitlerle veya hz hasan ve hüseyin'in hikayesiyle ilgiliymiş..
sanırım bu hasan ve hğseyin'le ilgili olanlardan biri..

urmiye'de normal genişlikte, sıradan bir cadde..
karşıda görülen bank sedarat gibi (ve o kadar minik) birsürü banka şubesi var şehrin her bir yerinde..

ahanda molla!!! çoğunluk bunlara gıcık oluyo..  

bu da şehitlerle alakalı bir resim..
annesi savaşa yolluyo sanırım.. hüzünlü hikayeler tabii..

bakınız.. resmin ilersinde yüzü görünmeyen biri var..
teyzem "yüzünü çizmemişler.. peygamber olsa gerek.." dedi.. 

 eh tabii bu fırsatı kaçırmadım.. hemen beraber bir foto :) işte teyzeeeem!!!!!

 çok güldük buna :)


 elemanı tanımıyorum..
ama o kadar çok durduk ki fotoğraf çekmek için, hayyam'ın girişini yürürken çektim artık..

 şeker pancarı közlemesi!! çok yahşı olar..
sonra biz de evde yaptık, biri bir çuval yollamış bizimkilere!!

 burda da pestil ve türlü çeşit meyve kurusu satıyolar.. pancarcıdan hemen sonra..

 iki fotoğraf arasındaki eşşk kadar farkı bulunuz..

 sinema..
rol yaparken bile kafa kapalı (gerçi teyzem burda çok abartmış, bi tek hacılar bu kadar örtüyo.. )
bi de dokunmak da yassah! heralde o yüzden iran sineması ödülleri topluyo festivallerde..
bi tek oyunculukla işi götürebiliyolar çünkü..

fast food restoran..
bu avizeleri her yerlerde gördükçe aklıma okan bayülgen'in eski stüdyosu geliveriyo.. 

 bu ve sonraki evler, sıradan orta halli insanların oturdukları evler..
ben şimdi nasıl taşınmiim oralara, ha!



öğrendiklerim:
bu neçe olar? --> fiyat sormaca..
yollandırasan aga --> indirim yapın..
selaaam.. elleriğiz ağrımasııın --> dükkana girince söylenecek güzel girizgah..
ve taksiciye borcumuzu sorunca (nasıl sorduğumuzu bilmiyorum şimdilik) adamın “gabili yoh..” lafını ciddiye almamamız gerekiyor*.. gabili kesinlikle var.. zaten gabili yoh’tan hemen sonra kaç para olduğunu söylüyor.. mesela yaklaşık 7-8 dakikalık yolun sonunda “ikimin beşyüüüz..” diyerek türk parasıyla yaklaşık 2 tl’ye denk gelen bir para ödemek lazım..

*gabili yoh: bi kıyafetini veya takısını beğendiğimde nesim hep böyle söyler.. yani al senin olsun, önemi yok falan gibi.. mesela bugün gazeteciden devrim’e getirmek için aldığım karikatür dergisinin de gabili yohtu.. biraz ısrar edip, sonra da pes edip, dergi çantamda, “meersi.. memnuuun..” diyerek ayrıldık ordan…

28 Şubat 2012 Salı

urmiye-2



22 ocak yekşenbe
 
Bugün hepimiz huzur içinde sabah kahvaltısına oturduk.. eniştem işe gitmedi, çünkü Allah rahmet eylesin sevgili peygamberimizin ölüm yıldönümüymüş.. yas günü olduğundan bütün her yer kapalı haliyle.. iran’da üç büyük adamın doğum ve ölüm günlerinde tatil olurmuş bütün resmi ve gayrıresmi işyerleri; peygamberin, imam rıza’nın ve bir de bi başkasının (imam hasan olabilir).. eh kafadan altı gün işte.. yarından sonra da imam rıza için yas var.. o gün de burada aile ziyareti için plan yaptık, salmas’a bacıgil’e gidiyoruz.. uşakların çoğu orda olacaklarmış.. ben sadece kurban’ı tanıyorum eniştemin kardeşlerinden.. diğerleriyle de annelerinin evinde buluşucaz işte..

kahvaltıdan sonra, teyzem ve sevgili kuzenim nesim’le (Türkçesi meltem olooor) çevremizi görelim-tanıyalım yürüyüşüne çıktık.. fırının önünden geçip, kah birbirimizin, kah türlü çeşit evin fotoğrafını çekerek manava gittik.. üç kapısı olan, üç karılı, kaçakçı kürdün evi gibi.. işte bu:


bu da sevdiği kızın babası tarafından “sen sadece bi mutfak dolapçısısın, sana kız-mız yok” şeklinde aşşalandığı için hırs yapıp, tıp okuyarak diplomayı şimdiki kayınpederinin suratına çarpmak suretiyle kızı alan ve artık müteahhit olan adamın hırs yaptıktan sonra diktiği apartman.. ne yazık ki urmiye de artık yavaştan apartmanlarla doluyormuş.. bu güzelim evlerin kirası daha ucuz, apartman dairelerininki daha pahalıymış.. yani buraya taşınırsam müstakil evde oturcam demek oluyor bu.. gördüğün gibi gayet ciddiye alıyorum bu fikri :)







manavda komik komik şeyler var.. mesela bu şey: ice age kutusu ve o.. ve bir de minik portakalcıklar



evde öğle yemeğinden sonra (söylemesi ayıptır teyzemin yaptığı su böreği ve beraber sardığımız zeytinyağlı sarma) yaklaşık dört saat siesta yaptık bütün kızlar toplanıp..



akşam da urmiye’de gece hayatının tadına baktık maaile.. fekat yas günü sebebiyle şehrin süsleme ışıklarının hiçbiri yanmadığından sadece şu laleleri bulabildik.. 


öğrendiklerim:
normal uzunlukta bir telefon konuşması, en başta “beeeli..” sonra her cümleye karşılık “meersi.. meeemnun..” ve en sonda da “hodaafiiz..” diyerek yürütülebiliyor..

25 Ocak 2012 Çarşamba

urmiye'den selaaam..


Urmiye neresi mi… duymamış oliim canım okuyucum.. burası iran’ın güzide şehirlerinden, üzümü ve elmasıyla meşhur urmiye -teyzem ordan yetiştiriyo “şah zamanında burada müthiş şaraplar varmış.. şimdi meyvesuyu fabrikası hepsi”..


nerden mi esti? "nazar etme ne olur, çalış senin de olur” lafını uygulamaya karar vermemle başladı her şey.. meltem ve candan arkadaşlarım iki hafta önce bir Cumartesi akşamı antalya’dan istanbul’a uçarlarken “benim neyim eksik” diyerek, ikidir aylaaar öncesinden planlayıp da beceremediğim iran ziyaretimi yapmaya “lan bazen planlayınca olmuyo.. bari spontane şeediim..” şeklinde karar vererek aldım biletlerimi ve Pazartesi günü yıllık iznimden 16 günü cortlatma dilekçemi, Perşembe günü de (1 hafta hesapladık heralde) çipli paşaport başvurumu yaptım..


heerbişeyler hazır olunca da öğrendim nerden nasıl gidiliyormuş.. kimden? Tabii ki teyzemden.. aslında belki de önemli bir bilgiyi ancak yazıyorum: teyzem urmiye’de oturuyor.. eniştem izmir’de yüksek lisans yaparken karşıyaka’nın güzel kızlarından birini kapıp götüren şanslı bir adam.. ama öyle bir adam ki, teyzem de en az onun kadar şanslı.. ayyy… duygusala bağladım.. maşallah işte..


neyse.. cumartesi (21 ocak) sabahı van’a uçtum.. ordan yüksekova’ya minibüsle gittim.. ordan da baska bi minibusle esendere sınır kapısına işte..


çok sıra vardı kapıda, dolmuştan erken inmem gerekti.. anacım onca çamurun karın içinde, 27 kiloluk seker pembesi bavulum ve ben bata çıka ulaştık paşaportu damgalatacağımız yere.. ben daha türk tarafında bağladım kafayı.. vizeye gerek yok.. 15 tl’lik pulu alıp çıkıyosun memleketten.. o arada etrafta bi tane ayna olmayışından mütevellit, sırada yanımda duran adama “olmuş muyum? Alırlar mı beni böyle iran’a?” demiş bulundum.. o da saçı başı iyice kapatmam gerektiğini söyledi.. naaparsın, o daha iyi biliyodur diye, iyice bürükledim şalı kafama..


iran tarafına geçtim ki, etrafa bakınca bi adamın (gümrük müdürü gibi bişeymiş) ofisinde teyzemi gördüm.. bi şaşırdı ki beni gördüğüne, sanki haberi yokmuş, adamcaaza çay içmeye gelmişler gibi teyzem gülüyo ama öyle mutluluktan başka bişey.. anladım ki çok kapatmışım kafayı.. “bu ne lan.. yobaz seniii..” diye beni de güldürdü kerata :))


eniştem gümrük memuruna benim bavulu ısrarla ikram etti ama, o da aynı kararlılıkla “danuşcuların çemadanınaa bakmıyrık” diyerek beni çok memnun etti.. zira, danuşcunun anlamı üniversite öğrencisiymiş )))) eh mezuniyetinden on yıl sonra kim olsa sevinir, diymi :)


 


urmiye


bu nasıl bi trafik yahuuuu!!!!! Bunun onda birini türkiye’de yapsa birisi, en azından levyeli bir kavga izlenebilirdi oracıkta.. ama burada öyle değil.. herkeste öööyle bir hoşgörü, öyle bir rahatlık, barış içinde olma durumu ki, ancak görürseniz anlarsınız.. eve bu trafikte gittik.. şimdilik düşüncem bunun muhteşem bir şey olduğu yolunda.. stressiz trafik, hem de bütün ehliyetler kasaptan çıkmış gibi görünüyorken..


eve yaklaştık.. anacım bütün evler müstakil.. ikibuçuk katlı, altta bir garaj, üstte iki ayrı daire.. genelde evsahipleri üstte, kiracılar alttaymış.. bizimkinde tam tersi.. bahçeyi seviyoruz da biraz, ondan..


ben de teyzem gibi tam bir ev kedisi olduğumdan, burada yaşamaya hemen karar verdim haliyle.. şu sıralar iran-türkiye ilişkileri hakkında pek iyi şeyler duymuyorum.. Suriye yüzünden biraz gerilmişiz diyorlar.. bu durumdan tek çıkarım, iran’ın cart diye kapıları kapatması olur :) aman da ne güzel oluuurr.. zaten ben de öyle bayılmıyorum türkiye’de sürünmeye, burada insan gibi lüks içinde yaşarım işte ;) ilk anda aklımdan geçenler tam olarak bunlar.. ilk akşamımız burada olduğuma inanmaya çalışarak geçti.. ve bir de nasıl yapsak da ben dönmek zorunda olmasam, dönsem bile nasıl iran’a taşınabilirim falan..