28 Kasım 2010 Pazar

viyana'da ilk gün..

18 saat sürmesi planlanan otobüs seyahatim 16 saat sürdü ve koca turuncu orange ways otobüsüyle vardım viyana'ya.. sabah kahvaltısı için kruasan alıp evi aramaya koyuldum.. sonra adi taksiciye (meğer)beni oralarda bir tur attırıp, evin uzağında bırakması için beş euro kadar para verdim.. neyse ki tip vermemişim..

couchsurfer bir çift olan ewald ve horst'un evine vardığımda çoook yorgundum.. ama türk mahallesinde olduğumuzu fark etmeyecek kadar değil!. rıdvan market, rıdvan internet kafe ve rıdvan camiinden oluşan viyana rıdvan üçgeninin hemman dibindeymiş meğer bizim ev :) başka birkaç market daha vardı, piyale makarna ve çelik ayçekirdeği görünce kapıdan "günaydın abi.." diye başlayıp türlü çeşit danışmanlık hizmetinden yararlandım açıkçası sabahın köründe :)

neyse.. evde biraz vakit geçirip viyana'yı keşfetmek için 10 gibi çıktım dışarı.. horst sayesinde zekice bir hamleyle 72 saatlik toplu taşıma kartı aldım.. ve şimdi o kart sayesinde hatırlıyorum da, neredeyse tam 72 saat sonra ayrıldım viyana'dan, gmunden'e doğru.. bu arada, 3 gün boyunca bir kez bile o bileti göstermeme gerek kalmadı.. yani şimdi dönüp bakınca türk halet-i ruhiyemle, lan diyorum, almasam da olurmuş haa :))

ilk gün viyana'yı keşfe çıktım, akşam da heuriger'e yani şarap evine gittik.. ikinci gün schönbrunn hayvanat bahçesini fethettim ve akşam da komşulardaki barbeküye gittik.. üçüncü gün yine viyana'yı gezdim, yeni arkadaşım christian'la yemeğe çıktık ve akşam da bizimkilere mücver yaptım :)

viyana'nın bende uyandırdığı ilk his sanki paris'teymişim gibi hissetmem oldu.. daha paris'e gitmedim, ama olsa olsa bu kadar aristokrat bir atmosferi olur herhalde.. tabii sonra düşünüp buldum nedenini.. bol bol çikolatacı ve parfümeri var bir kere.. insanlar fransızca'yı andıran bir aksanla almanca konuşuyorlar.. ve bir de ortalık saraydan, müzeden, manikürlü bahçelerden geçilmiyor..

birkaç saat içinde, müze gezme ve klasik müzik konseri dinleme planımı hemen iptal ettim.. önümde uzun zaman ve fakat cebimde az para olduğu gerçeği, zaten çok da ilgilenmediğim eserlerin sergilendiği yerleri dışardan görmenin de yeterli olacağına inandırdı beni.. konser konusuna gelince; ortalıkta o kadar çok mozart var ki, bizim dönerciler çarşısının garsonlarından pek de farklı durmuyorlar yarım saat sonra.. gerçekten bak, mozart kılığında herifler, ama halleri-tavırları bizim burdaki garsonlara yakın, atmosferdeki aristokrasiden pek nasibini almamış..

ben de vurdum kendimi sarayların bahçelerine.. ortam yemyeşil, sanki bir uzaylı :) (bkz. cem yılmaz'ın kulakları çınlasın) bir bahçede, hayallerimin mesleğini icra eden bir hanım kızımız ve müşterileriyle karşılaştım, biraz çene çaldık.. bakınız, iş demiyorum, meslek diyorum.. ruhumu koyuyorum ortaya.. işte kendileri:


evet arkadaşlar, bildiğiniz gibi hayallerimdeki en ulaşılabilir meslek köpek gezdiriciliği :)

neyse.. konuyu dağıtmıyorum.. bir yandan stephansplatz'da (viyananın old town'ı/altstadt'ıymış orası) yürüyüp bir yandan da avusturya'da yapılması gerekenler listesinin başrollerinden olan şnitzel yeme aktivitesini nasıl eda edeceğini düşünürken bir de ne göreyim; gemüse schnitzel!!! anaammm... hemman atlayıp yedim yeşil içerikli şnitzeli, güzeldi.. bir yandan da viyanalı güvercinlerle ekmeğimi ve patates kızartmamı paylaştım.. onlar şnitzelden daha güzellerdi :)
buraların en ünlü en büyük yapısı olan stehphansdom'la tanıştım.. tam karşısında da manner diye bir çikolatacı var, gidile, görüle, anneye falan süper hediye oluyor kutulu dokuzkat gofretler.. kutusu da sonra dikiş malzemelerine ev sahipliği yapabilir :) stephansdom'a dışardan bakıp manner'a girdim.. o gofretlerden aldım bir kutu :)

işte stephansdom:


akşam da heuriger'e gideceğimiz için yorgunluktan ölmeden eve gittim.. tek başıma bulmam imkansızdı orayı.. ev sahiplerimin de bulması imkansızdı bence, horst'un navigasyonuna sağlık, gittik sağ salim.. üstelik bunlardan itine dök miktarda olduğu için iyisini öğrenmişler bir arkadaşlarından.. altı kadeh şaraba 7 euro verdiler.. kesinlikle inanılmaz!!! bir de güzel mezeler vardı ki; yeşil fasulye, patates salatası (ikisi de boool soğanlı) ve ekmeğe sürülen sarmısaklı bir karışım aldım.. orada en çok tezgahtar teyzeme güldük;bütün iyi niyeti ve yaratıcılığıyla, ve de olmayan ingilizcesiyle "vampire! vampire!" deyip bir yandan da elini kışt kışt yaparak bize mezenin içindeki şeyin sarmısak olduğunu anlatması görülmeye değerdi :)

gezip gördüğüm yerlerden bir kuple buyrunuz :)


stephanzplatz'daki, dark side'a geçen sanatçılardan biri..

bunlar da benim gibi, ağustos sıcağından bıkmışlar, kış gelse de şöööyle bi rüzgarlarla kucaklaşsak diyorlar :)
bunun kendisi değil, babası sanatçıymış :)

hah işte en sevdiklerim..
bu yine en insaflısı..

bunun elinde kaptan mağara adamı şeysi var.. *

tam da harry potter mevsiminde, ne güzel.. hagrid olsa kurtarırdı zavallı hayvanceğizi.. *

"abi kurbanın oliim, vurma.." *

bu çok hoşuma gitti.. ayrıntısı aşağıda..

bi sarayın bahçesindeki süvari..
bu da bi tarihi binanın çatısındaki figürlerden biri..
bi büyük binanın, aynı zamanda tarihi tabii, önünde birbirini seven kızların heykele dökülmüş hali.. ben de onları sevdim :)

sinema-müzik festivaline denk geldim :)
tam hatırlamıyorum, üniversitenin duvarı olabilir.. hmmm...


eh bu kadar a dostlar.. yeteeeerr... ben yazmaktan yoruldum, ama siz okumaktan yorulmayın.. zira yakında bu tatilimin notlarını bitirip yeni maceralara yelken açacağım :) beni bekle ispanyaaaaa :))) çok yaşa couchsurfiiinnggg :)))
*heykellere yaptığım şuursuz yorumlar için sanatseverlere açıklama: sadece eğleniyorum.. içimdeki ayunun yazıya yansımasıdır..