19 Mayıs 2009 Salı

yarasa mı.. yaramasa mı..

gecenin bu saatinde başıma hiç ummadığım bir şey geldi yine.. aslında dün gece başlamıştı.. bu sabah saat çalmadan uyanmama da sebep oldu.. odamdaki baca deliğinde ikamet etmeye başlayan sevgili minik (yani umarım miniktir/ler) yarasa kardeş(ler)im iki gündür vicirdemek suretiyle uykularımı kaçırmakta (bir tane olduğunu varsayalım)..

benim gibi bir insana yapılır mı bu yüce Tanrım.. şimdi uykum kaçtı diye sinirlenmek istiyorum.. ama bu hayvancığı ne yapacağım?? iki gündür hala ordaysa demek ki yardıma ihtiyacı var.. orda yardım isteyerek ölmesini bekleyemem.. ama öte yandan da, yarasa kardeşlerimizle çok yakın temasta bulunmamak gerektiğini de biliyorum.. hiç hoş olmayan hastalıklar taşıyabiliyorlar ne yazık ki.. itfaiyeyi arasak hayvancağızı katledecekler.. BBC prime'da bir program vardı, tam böyle durumlarda arayıp onları çağırıyorsun ve ne gerekirse yapıp hayvancığı kurtarıyorlar.. ama şimdi ayıp olur, ta buraya çağrılmaz ki.. bir de onlar gelene kadar yarasa uçarsa insan daha bir rezil-i rüsva olur.. sonra bir sürü seinfeld macerası; yeni yarasa bul, yakala, bacaya kapat falan.. aklına bir çözüm gelen varsa, fikirlerini paylaşmaktan çekinmesin ne olur.. şimdilik aklıma gelen, oraya kuvvetli bir ışık tutmak.. hani bunlar karanlık hayvanı ya hesapta.. ama akşamüstü de sokak lambalarının dibinde uçuyorlar hep.. kardeşim örgü şişiyle dürtelim dedi.. baca deliğinde kapak var, ama üst tarafında birkaç parmaklık bölümü sadece koli bandıyla kapalı.. şiş fikri şimdilik uygulanmamalı bence.. hayvancağızın bir yerine bir şey olur falan..

üff.. çok saçma yahu.. neden bizi bulan sokak hayvanları bile böyle tuhaf ki??? şimdi gidip yatacağım.. yarınki ilk iş, önce veterinerlerden, sonra vahşi hayvan kurtarıcılarından e-mail'le yardım istemek..

2 Mayıs 2009 Cumartesi

he is just not that into you..

tam bir kız filmi.. gidip anlatılanı görüp beynimizi kullanabilelim diye çekilmiş.. finali hariç gerçekten de bir ders kitabı kadar faydalı olabilecek bir eser.. dışardan bakınca zaten görebildiğimiz, ama görmeyi reddettiğimiz şeyleri bir kez daha gözümüze sokarak "daha ne kadar net söyleyebiliriz ki kızlar, aralara yazdık bir de.." dese sonuna kadar haklı olacak filmdir bu.. gerçekten de öğrenilmesi gereken gerçeği, o dersin/sahnenin sonunda/başında cümle halinde ekranda görüyoruz.. (bkz. her insanın öğrenmesi farklıdır.. insanların bir kısmı resimleri rahatça algılayabiliyorken, bazıları da formüllere ihtiyaç duyar..)

uzun zamandır aklımda bekleyen şeylere tercüman oldu bu film.. bekleye bekleye çok birikmişler baksanıza..

bir sürü kız tanıyorum.. evet, gerçekten de çoğunun -bir ikisi hariç yani- hayatlarının amacı evlenmek ya da 'öbür tekini' bulmak!! deli bunların hepsi.. yani tamam, hayat iki kişi olunca daha eğlenceli oluyor.. ama bunu çok da abartmamak lazım kardeşim.. biri demişti ki, insan tek eşli bir mahluk değildir; öyle olsaydı, eşi ölenler hayatta kalamazlardı..

dışardan öyle görünmeyen ama aslında sıradan olan kızlarla karşı karşıya olduğumu ilk fark ettiğim anı çok net hatırlıyorum.. üniversiteden mezun olduktan hemen sonraydı.. bize tam dört koca yıl boyunca her gelen öğretmen kişiselcilik, özgürlük ve feminizmden bahsetti.. hep beraber bunların ne kadar vazgeçilmez kavramlar olduğunu konuşup durduk.. üzerine sık sık yazılar yazdık.. hatta o zamanlar daha yeni tanıştığım erkek arkadaşım, "the awakening" üzerine yazdığım bir değerlendirmeyi* bilgisayara geçirirken dehşet içinde beni arayıp "gerçekten böyle düşünmüyorsun, değil mi?" demişti.. öyle düşünüyordum.. şükürler olsun ki hala hiçbir şey değişmedi hayran olduğum tavrımda.. kızlara dönelim.. sınıf mevcudumuz 28 falandı galiba.. çoğu kız tabii.. mezun olduğumuz yaz 5-6 tanesi evlendi.. daha 22-23 yaşındayken! üniversitedeki sevgilileriyle**.. iş-güç sahibi olmadan.. gözlerimi beyyyle açıp inanmaya çalıştım ben de..

ikinci şok ise üniversiteden sonra tanışılan ilk kızlar grubuyla gelir.. o zamanlar 30'ların başında olan bu kardeşlerimiz yolun yarısını aştıktan sonra (a.k.a. 35) etraflarına bakınmaya başlayıp, karşılarına süper biri çıkarsa evlenebileceklerini söylemeye başlarlar.. buraya kadar gayet kabul edilebilir fikirler bence de.. birkaç yıl sonra aynı dişiler artık sadece 'koca' peşindedirler.. ilişkilerine çok büyük yalanlarla başlayan adamlar, kendine güvensizler, herkesçe dışlananlar, 'loser'lar, yolda saati soran adamlar, nefes alan ve pipi sahibi olan her varlık koca adayıdır artık (bkz. er diye erik ağacına tırmanmak)

bu iki grubun motivasyonları birbirinden çok farklı olsa da, kadın milletinin en büyük hatası aynı: "bir gün nasıl olsa evlenip çoluk çocuğa karışmıycaz mı zaten" demeleri..

bu kadınlar için koca neyse, kocaları için de araba o.. nasıl araba sahibi olan adam arabasından hep şikayetçi olup buna rağmen hayatının geri kalanını onunla veya bir başka arabayla geçirmek zorunda hissediyorsa, bu tip hatunlar da hayatlarının geri kalanında mobilitelerini hatrı sayılır ölçüde kısıtlayacak, 'hizmet' bekleyecek, hayattan şikayet cümlelerinin çoğunda başrol oynayacak bir adama yapışmak zorunda hissediyorlar ne hikmetse.. halbuki ne uğraşacaksın park yeriydi, otopark parasıydı, benziniydi, temizliğiydi, sanayisiydi, bakımıydı, kazasıydı, trafiğiydi (bkz. kayınlar).. taksiyle git kardeşim istediğin yere.. yok ben uzun vakit geçirmek istiyorum yolda diyorsan illa ki, otobüse bin, araba kirala.. hahahhaaa... gülüyorum ama düşününce çok mantıklı değil mi yani? dürüst olunuz değerlendirirken..

aman diyim.. yanlış anlaşılmamalıyım.. evlenilmez mi yani? demo bir evlilik düşmanı mıdır? parçalanmış aile çocuğu*** olmasıyla mı ilgilidir tüm bunlar? doğru cevaplar hayır olmalıdır.. benim dediğim şudur: sevgili kişisi gerçekten de pek sevilesi bir insandır, ama hayat zaten güzeldir, sevgili sadece 'bonus'tur.. tek başına da mutlu olabilmeli, hatta hayatın tadını çıkarmalıdır insan.. efenim sonracığıma, 'evde kalmak' kavramı yok olmuştur, eskiden 23-24 yaş olan evde kalma yaşı 35 olarak değiştirilmemiştir, size yanlış talimat gelmiştir.. bir de yukarıda hiç değinmediğim konu şudur -ki sayesinde filmle tekrar merhabalaşabiliyoruz- pek sevgili partnerlerin gırtlağına çöküp onları hayattan bıktırıp sonunda pes ettirip evlenmek iş değildir.. olsa olsa 'kafeslemek'tir.. söylemesini geçtim, okuması bile hoş olmayan bir laftır ayrıca.. bu lafı kullananları haklı çıkaran dişilerin kulakları çınlatılmalıdır her fırsatta..

madem filmle tekrar tokuştuk, filmin sonunu neden sevmediğimi de söyleyeyim o vakıt ..
-spoiler!-
kadınların izlemesi için hazırlanan bir belgesel niteliğinde başlayan o caaanım film, en sonunda çok klasik mutlu sonlarla bitti.. her çift o imkansız gibi görünen ama umutsuzca yolu gözlenen mutlu sona ulaştı.. evliliğe inanmayan adam sonunda çok amerikan bir teklifle sevgilisini mutlu ederken, filmimizin loser kızı da kendine yardım eden popüler adamı kendine aşık etti.. nasıl olduysa artık, yaklaşık yüz dakikadır kadınlara öğretilmeye çalışılan her gerçek bir anda ayaklar altına alındı ve "siz yine eskisi gibi takılmaya devam edin, belki de sizi reddeden adam aslında çoktan aşıktır size ama farkında değildir.." diye en başa dönüldü.. filmin adından bile öncesine dönüldü hem de..


* bulursam arşivde bir yerlerde, hemman burada olacak.. hem de saz arkadaşlarıyla birlikte..

** çok faydalı bir sevgili türüdür.. ilişkinin sonuna doğru kardeş gibi olma tehlikesi vardır.. aradan yıllar geçince genellikle süper dost olurlar.. önemli olan şudur, bu kardeşlerimizle gereğinden fazla samimi olunmuştur, gereğinden fazla hata yapılmıştır, onların kötü huyları gelecekte karşımıza çıkacak adamları elemek için ilk basamaklarda yer alırlar..

*** ailesi parçalandığı andan itibaren şükretme kariyerinde oldukça yol katetmiş huzur sahibi çocuk..

p.s. bayılıyorum "mahluk" lafına.. mahlûk abey'i hatırlayan var mı benden başka?