28 Ekim 2008 Salı

hayatımın anlamı *

yok artık. .

on yıl önce 1 mayıs arifesinde hayatıma giren felisim 29 ekim arifesinde dünyayı terk etti..

birkaç yıl önce onu "evimizin direği, paşamız... ne kadar sevsek, ne kadar mükemmel hizmet etsek de yine de kendisine layık olamayacağımız, her sabah patilerini öpüp de güne başladığımız, gülcemalini bizden esirgemeyen, gerektiğinde bizi cezalandıran, pataklayan sevgili felis'imizdir kendileri...." diye tanıtmışım bir internet sitesinde.. hep badem gözlüydü canım felisim..

birkaç haftadır zaman zaman ciddileşen kalp yetmezliğinden muzdaripti, kurtulabilirdi, ama istemedi.. vardı bir bildiği herhalde.. hayriye yüzünden yapmamış olmasını umuyorum tabii ki..

her biri diğerinden hafif olan jetonumlarımdan birinin daha düşmesi tabii ki yine gecikti bugün.. üç-dört saat evdeki kedinin öldüğünü söyleyip durdum kendi kendime.. ta ki arkadaşım "bir yıldızın kaydığını" söyleyene -aslında hatırlatana- kadar.. aslında ne olup bittiğini ancak ondan sonra algılayabildim.. 'hayatımın anlamı' gitti evimizden, artık onu bir daha göremeyeceğim.. zaten hep dediğim gibi, insanlar bu yüzden ölenlerin ardından üzülüyorlar.. ama hayatımda ilk kez bugün mutfakta kendi kendime felisin ardından "oralarda yalnız başına ne yapar, ne eder şimdi yavrucuğum" derken buldum kendimi.. herhalde insanlar çocuklarını kaybedince böyle hissediyor olmalılar..

felisin kişiliğini en çok yansıtan fotoğrafla ona veda ediyorum.. tabii şimdilik.. ne de olsa kavuşuciiz bir gün paşamla :)

*felise seslenirken en çok kullandığım söz buydu.. umarım "gittiği yerde yün yumaklarının içinde yuvarlanıyor, burnunu ve ensesini kaşıtıyordur doyasıya" bir arkadaşımın söylediği gibi...

dellenen kadın

bugünlerde birilerine bir yerlere çemkiresim vardı zaten.. neyse ki dolmuşa biner binmez dakka bir-gol bir, gereken deşarj olma fırsatı çıktı karşıma.. ben de dolmuşun orta yerinde “belediye adam zikiyo işte” diye bağırmak suretiyle birkaç kişiyi daha uyandırdım umarım..

izmir’deki kentkart uygulamasını çok seviyorum.. istanbul’da dolmuşla-otobüsle ve ankara’nın ise kendisiyle haşır neşir olmak için pek fırsatım olmadı.. elbette şoförün para pulla uğraşması hoş değil, yolculuk etmek için insanın bilet almak zorunda olması da hoş değil (eskiden gişe kapalı olurdu bazen, malum gırgır-fırt karikatürlerindeki “abonman” karaborsacıları geliverdi birden aklıma)

peki ben neden antalya’nın antkartına düşmanım.. artık iki sebebi var.. ikisi de birbirinden nefret edilesi hem de.. her gördüğümde beni dellendiren ve bu uygulamayı şekillendirenlerin alayını vurdumduymaz, sağduyusuz, doğa düşmanı ve buna benzer sıfatlarla süslememe neden olan şey kartı makinenin üzerine koyduğumuzda elimize verilen 13,5X5 cm boyutlarındaki kocaman ‘bilgi fişi’; üzerinde de dünyayı kurtaracak bilgiler var tabii ki: antkart, sürücü, hat, seyahat, araç no’ları, nerden, hangi gün, saat kaçta araca binildiği, bu fişi yol boyunca atmamamızı tembihleyen iki satırlık uzun cümle, yine iki satırlık iletişim bilgileri ve tabii ki çook gerekli olan (çünkü eşşek kadar yazılmışlar, salak olduğumuz için bilmiyoruz ya) 1.30YTL ödediğimiz bilgisi ve bu ücretin adı olan SD ÜCRET yazısı (öğrendim de boyum uzadı!), yine eşşek kadar bir logo.. şimdi ben bu çarşaf kadar kağıdı elime her verdiklerinde nasıl dellenmeyeyim*!#%@! hem dönüştürülmemiş (ve muhtemelen de tekrar bulunup dönüştürülemeyecek) kağıt kullan –üstelik aynı şehirdeki muratpaşa belediyesi geri dönüşüm projesi için çalışıyorken- hem de gerekli bilgileri 2 cm’ye sığdırabiliyorken bunu 7 katına çıkar! artık kimi kazıklıyorsan! zavallı ağaçlarla ne derdin varsa!!

sonra da ikinci dellendirme dalgası geliyor.. kartla binmek 1.30 ytl, kartsız olunca 1.75.. tamam.. aldım bir kart, annemle bindik.. iki kişilik ücretin ilkini 1.30, ikincisini 1.75 ytl almışlar! neden?? çünkü her bir kişinin ayrı ayrı kart sahibi olması gerekiyormuş.. her ne kadar gittiği her yere beraber giden insanlarsak da, kartlarımız ayrı olmalı çünkü.. o halde biletin arkasındaki bilgilerden faydalanıp şoförden satın alabileceğim daha ucuza gelen iki binişlik bileti rica ediyorum bir sonraki seferde; tabii ki kalmamış.. şaşırtıcı değil.. belediye denen şey hizmet için vardır aslında, ama bizimki kar amaçlı bir şirket gibi görünüyor buradan bakınca..

bir de üçüncü nedenim var.. indirimli kart sahibi olmak isteyen öğretmen-öğrenci-emekli gibi kişiler de nerdeyse iç çamaşırının rengine kadar tüm kişisel bilgilerini canımız belediyemize verip, bir de her gittikleri yeri belgelere kaydettiriyorlar.. işte bu noktada kendimi komplo teorisi filmindeki mel gibson gibi hissedip durduruyorum..

oh bee.. sadece dolmuşlarda bağırıp çağırmak yetmemişti zaten.. yine söylüyorum "belediye adam zikmeye çıkmış, haberiniz ola.."

14 Ekim 2008 Salı

aslan christian

uykusu kaçan demo insanı yatakta debelenmekten sıkılır, internete dalar.. stumble upon kişisi de, daha sohbetin başında, onu alır eski bir kedi kardeşine götürür.. aslan christian'a.. aslanım christian'ım yahu.. özlemişim.. uzun süredir görmemiştim onu.. hikayenin gerçekliğini bir daha kontrol edip emin olduktan sonra buraya koyuyorum tabii ki.. buyrunuz, huzuru bulunuz..


Christian the Lion - The funniest videos are a click away

evet evet.. dünyada bir tek hayvanlar ve ben kalalım.. çok mutlu oluruz, çook... seviyorum hüleaayynnn!!!!!!!!!!!!

8 Ekim 2008 Çarşamba

cinnet


geçenlerde "cinnet" adlı filmi izledik arkadaşlarla.. tam olarak beklediğimizi de bulduk.. texas chainsaw massacre ayarında bir korku filmi işte.. filmden çıkınca bunun türk versiyonu ne olur diye düşünüp, kurgulayıp çok güldük..

film anahatlarıyla şöyle.. (izlemek isteyenlere uyarı; izledikten sonra okuyun) tatile çıkan bir çift, ormanlık alanda gezip tozarlarken, fanatik hıristiyan bir başka çiftin eline düşer.. çocukları olmadığı için ormanda yakaladıkları insanların bebek yapmasını sağlayıp, bebeği aldıktan sonra hayatlarına mutlu-mesut devam etmektir aslında aşırı dinci çiftin amacı.. fakat istedikleri bebek 'kutsal evlilik bağı altında' doğmuş olmalıdır!!! yani iki sevgilinin çiftleşmesi işlerine yaramaz!! bu durumda yapılacak şey yakalanan kişileri zina yapmaktan kurtarıp, usulünce evlendirmektir; tabii ki bağlı oldukları kilisenin kurallarına uygun bir şekilde yapılacak bir törenle.. bizimkiler pek de ilgilenmedikleri için default bir katolik töreniyle evlendirilirler; alıkonuldukları dehlizdeki odalarından çıkarılıp gelinlik-damatlık giydirildikten sonra tabii ki.. gerisini de tahmin edebiliriz zaten.. ettikleri her küfürde ve tanrının adını gereksiz yere her kullandıklarında terbiye edilmek için bizimkilerin yedikleri silleler-tokatlar, çiftleşmeye edilen itirazlar, bunu takip eden işkenceler.. kan-revan falan işte..

şimdi bunun türk-islam versiyonunu hayal edelim bakalım..

adam kaçıran çiftin aşırı dinci olması sebebiyle koyu yeşil bir islama yöneltilmeleri gerekiyor tabii kurban çiftimizin.. burayı çeşitlendirmek çok eğlenceli oldu aslında arkadaşlarla filmden hemen sonra yaptığımızda.. zorla kelime-i şehadet getirtilerek müslüman olmaları, imam nikahıyla evlendirilmeleri, onca işkencenin arasında kılık-kıyafete dikkat etmek için birsürü zahmet falan işte..

hadi bakalım.. ben türk-islam versiyonunu burada ballandıra ballandıra yazamıyorum.. annem kızıyor.. şaka bir yana, yazdım ama yayınlamayı gözüm yemedi.. çok fena.. demek benim de başıma gelebiliyormuş bu salak durum.. millet orada aşırı dincileri yerden yere vuran filmi çekip, bir de bütün dünyada gösterime sunuyor.. hem de en beterinden muhafazakar bir hükümetin olduğu ülkeden çıkıyor bu iş.. üstelik kimsenin de bunu bir tarafına salladığını sanmıyorum.. biz de burada üç kişi bir araya gelip, "olm bizim burda çekilse vallaha öldürürlerdi tüm kadroyu... kesin.." yorumunu yapmakla kalıyoruz.. e daha ne diyim.. zaten diyemiyorum, sesim kısıldı..