belgesel izlerken eskiden bana da olurdu.."bu herifler (kameraman, varsa yönetmen-ışıkçı-sesçi) neden zavallı ceylan yavrusunu kötü aslandan kurtarmıyorlar?" diye düşünürdüm hep.. ama sonra, bu konuda gerçekten uzun süre düşündükten sonra gördüm ki olayların akışını değiştirmek doğru bir şey değil.. hiç mi izlemedik “kelebek etkisi 1-2” hatta belki “click” gibi filmleri.. oradan hatırlayınız… her şey olması gerektiği gibi olmaktadır.. çekiniz elinizi bakiim!
hem zaten taa en başından yapılanlar hep yanlıştı: aslında hayvanlara ait olan dünyayı işgal et.. milletin yaşama alanlarını çöplüğe çevir.. bağdakileri kov.. bir de üstüne adamın yemeğini elinden alma artık bari.. ama yine de minik aslan-kaplan yavrularını seyredip “ayy… canıııım… kedi gibi valla.. “ benzeri efektlerle süslerken onlar için alışverişe çıkmış olan annelerine de demediğini bırakma.. tam insanlık bir davranış biçimi vallahi.. çifte standart….
kendi kendime sorduğum diğer soru da, neden yaralı veya ailesini kaybetmiş hayvanlara yardım etmedikleriydi.. sonraları insan-hayvan karşılaştırmasını yapınca buna cevap bulmak oldukça kolay oldu.. bir dahaki sefere kendini kurtarmak için başkasına güvenirse, bir de bu başkası insan soyundan olursa vay o hayvancağızın haline.. amerikan yardımına güvenen millet gibi oluverir allah muhafaza..
kardeşi kardeşe kırdırmak yanlıştır, teşvik edilmemelidir, hatta mümkünse önlenmelidir; bu kardeşlerin iki ayaklı olduğu varsayıldığında tabii.. ama en ideal ayak sayısına sahip olan 4 ayaklı kardeşlerimden bahsediliyorsa, işte o zaman pek sevgili insan kişileri, şöyle bir geri durun.. hatta çekilin oradan.. yine giriyorsunuz bak adamların doğal ortamına koca ciple… sonra da gelip arabanın orasına burasına tırmanmaya kalktıklarında ya da insana yakınlaşmaya çalıştıklarında sanki yaptıkları tuhafmış gibi bir tavır takınmalar falan?! çekim esnasında duygusal yakınlaşmalar olması hiç beklenmeyen bir şeymiş gibi..
doğa belgeselcilerine bir düşmanlığım olmadığı gibi, onları severim de.. sonuçta onlar sayesinde en muhteşem varlıkları uzun uzun izleyebiliyorum, sadece görmekten çok daha ötesi yani.. tabii gönül isterdi ki, oralara hiç kimse gitmesin, hayvancıklar bildikleri gibi yaşasınlar, insan görmenin onlara bir faydası mı olacak sanki.. ne yazık ki ideal olan zaten artık mümkün olmadığına göre belgeselciler geriye kalmış vahşi doğa parçasına müdahale etmeyerek ellerinden gelenin en doğrusunu yapıyorlar bence.. biz görsek de görmesek de anne aslan yavrularını o ceylan yavrusuyla eğitecekti zaten*..
hem zaten taa en başından yapılanlar hep yanlıştı: aslında hayvanlara ait olan dünyayı işgal et.. milletin yaşama alanlarını çöplüğe çevir.. bağdakileri kov.. bir de üstüne adamın yemeğini elinden alma artık bari.. ama yine de minik aslan-kaplan yavrularını seyredip “ayy… canıııım… kedi gibi valla.. “ benzeri efektlerle süslerken onlar için alışverişe çıkmış olan annelerine de demediğini bırakma.. tam insanlık bir davranış biçimi vallahi.. çifte standart….
kendi kendime sorduğum diğer soru da, neden yaralı veya ailesini kaybetmiş hayvanlara yardım etmedikleriydi.. sonraları insan-hayvan karşılaştırmasını yapınca buna cevap bulmak oldukça kolay oldu.. bir dahaki sefere kendini kurtarmak için başkasına güvenirse, bir de bu başkası insan soyundan olursa vay o hayvancağızın haline.. amerikan yardımına güvenen millet gibi oluverir allah muhafaza..
kardeşi kardeşe kırdırmak yanlıştır, teşvik edilmemelidir, hatta mümkünse önlenmelidir; bu kardeşlerin iki ayaklı olduğu varsayıldığında tabii.. ama en ideal ayak sayısına sahip olan 4 ayaklı kardeşlerimden bahsediliyorsa, işte o zaman pek sevgili insan kişileri, şöyle bir geri durun.. hatta çekilin oradan.. yine giriyorsunuz bak adamların doğal ortamına koca ciple… sonra da gelip arabanın orasına burasına tırmanmaya kalktıklarında ya da insana yakınlaşmaya çalıştıklarında sanki yaptıkları tuhafmış gibi bir tavır takınmalar falan?! çekim esnasında duygusal yakınlaşmalar olması hiç beklenmeyen bir şeymiş gibi..
doğa belgeselcilerine bir düşmanlığım olmadığı gibi, onları severim de.. sonuçta onlar sayesinde en muhteşem varlıkları uzun uzun izleyebiliyorum, sadece görmekten çok daha ötesi yani.. tabii gönül isterdi ki, oralara hiç kimse gitmesin, hayvancıklar bildikleri gibi yaşasınlar, insan görmenin onlara bir faydası mı olacak sanki.. ne yazık ki ideal olan zaten artık mümkün olmadığına göre belgeselciler geriye kalmış vahşi doğa parçasına müdahale etmeyerek ellerinden gelenin en doğrusunu yapıyorlar bence.. biz görsek de görmesek de anne aslan yavrularını o ceylan yavrusuyla eğitecekti zaten*..
*ihtiyacı olandan fazlasına asla göz dikmeyen vahşi kardeşlerim zorunda olmadıkça birbirini kırmıyor zaten, ki bu durumda "kırmak" fiilinin aslında sadece "bakkala gitmek" veya "yemek yapmak"tan bir farkı olmadığı tekrar karşımıza çıkıyor :
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder