12 Mayıs 2008 Pazartesi

keşfe çıkar demo

“ölüm ayrılıktan daha kolay olurdu değil mi hocam?” diye benim o güne kadar hep aklıma gelmiş, ama nedense hiç dilimin ucuna gelmemiş tespiti yaptı ‘kantincimiz’ yılmaz bey.. aslında ne kadar da hemfikir olduğumuzu, buna nasıl şaşırdığımı, acaba hangi aşamalardan geçip de aynı sonuca varabildiğimizi* koyu bir sohbete dalarak uzun uzun konuşmak isterdim yılmaz bey’le; benim monoloğumun arasına cuk oturan bu tek cümleyi o zaman değil de başka bir zaman söylemiş olsaydı.. ah ben konuşabilseydim.. sadece gökyüzüne bakmak zorunda kalmasaydım..

onunla birlikte olmak mümkünken olamamak.. onun seçimiyle olamamak hem de.. evet yahu.. ölmüş olsaydı eğer böyle olmazdı.. yine üzülürdüm ama en azından seçme şansı olsa burada olacağını bilerek.. zorunda olmasa gitmeyeceğinden emin olurdum o zaman.. ona ceza olsun diye istemezdim yani boyut değiştirmesini.. bensiz yaşamayı seçmediğini bilip, pek sevgili egomu tatmin etmek için isterdim aslında.. ama saf ve temiz hislerle bu sefer.. onu sevmeye korkmadan devam edebilirdim..

bir yandan da bunu yazarken hiç bilmediğim bir şey hakkında (zaten öyle olur!) ahkam kesiyormuşum hissi peşimi bırakmıyor bir türlü.. ama şöyle bir geçmişe bakınca, bunu yaşadım yahu.. her günümüzü beraber geçirirdik.. uzun yürüyüşlere çıkardık, önce tarlalarda başlar ormana doğru giderdik.. sonra yanımızdakiler uzaklaşırdı bizden, yorulur eve dönerlerdi.. o yaşta cesaret edemeyeceğim kadar uzaklara sırf o yanımda diye koşa oynaya giderdim.. evinin önünden geçerken sadece onu görmek yetmezdi.. yanına gidip sarılmadan içim rahat etmezdi.. sanki onu yüzüstü bırakmış gibi suçluluk duyardım –ya da belki de ben ona dokunabilecekken bundan mahrum kalmak istemezdim.. her şey bu kadar ahenkliyken bir gün öldü.. onu bir daha göremeyeceğim gerçeğine kıvranarak hazırlanmak zorunda kalmadım.. buna kendimi ikna etmem gerekmedi.. ya da “artık biz senle eskisi gibi eğlenip coşmayalım” diye düşünüp kendi hür iradesiyle çekip gitmedi.. işte budur asıl nokta.. kendi isteğiyle gitmedi.. zorunda olduğu için gitti ve bunu kabullenmek, hayatın gerçeğine ayak uydurmak da tek seçenekti..

içimdeki insan olması gereken yerden kaçınca böyle düşünceler de onunla beraber işgal ediyorlar işte aklımı fikrimi –neyse ki haddini bilir, orada kapalı durur çoğu zaman.. herkesi yerine yerleştirdikten sonra, yazarken dikkatimi çekiveren bir ilk’ime getiriyorum konuyu hemman..

hep duyardık ya (neyse ki şimdiki ünlüler eski jenerasyon kadar sıkıcı değil) “aşk derken sadece bir kadın ve erkek arasındaki aşktan bahsetmiyorum.. börtü-böceğe, doğaya, şuradaki tabloya hede hödö..” derlerdi.. e doğruymuş işte.. yoksa ben zoofiliden falan muzdarip değilim ki komşunun köpeğine öylesine büyük bir tutkuyla bağlanayım.. demek ben o 60lar 70ler kuşağı sanatçıların her birinin sanki çok özgün bir şeymiş gibi iftiharla anlattıkları şeyi küçücükken hissetmişim.. ve de burada veya halka açık hiçbir yerde ifade etmek aklımdan geçmeyen o iki paragrafı yazmamın da “kendini keşfetmeye devam et eyyy demo kişisi” şeklinde bir misyonu varmış..

ohh beee… ben de neden böyle romantikleştim durduk yerde diye dert sahibi olmak üzereydim..



* ona yetişmem için en az 15 sene hızlandırılmış felsefe kurslarına gitmem gereken yılmaz bey’le aramızda, düşünerek-okuyarak-sorgulayarak geçen yıllar bakımından kocamaaan uçurumlar var..

Hiç yorum yok: