28 Aralık 2009 Pazartesi

pembe kedi



oldum olası herkesin çirkin bulduğu hayvanları ve bitkileri sevme işine gönüllüyüm (bkz. bull terrier).. hafta içinde de bu ucubelerden biri hayatıma girdi, sfenks kedisi :)) oynaya zıplaya gittim görmeye.. hayriş'in kulaklarından bile kıllar fışkırıyorken bu kızımızın bıyıklarının bile olmaması mutluluk verici.. neden? çünkü artık elimin altında her tüy uzunluğundan kedi var! yaşasın!..

öyle ucube bir yaratık ki, daha almadan başladık benzetmeler yapmaya..
ilk bakışta, algıda köftecilik marifetiyle tüysüz siyam olduğuna kanaat getirdim..

sonra, kol ve bacak eklemlerinin oralar büzüşünce tam bir kokoreç görüntüsü elde ediliyor..

alnındaki çizgiler de atari ambleminin çıkış noktası bence.. adam kedinin alın yazısına bakıp çizmiş kağıda, satmış milyon dolara..

uyurken ya da insana bakıp gözlerini yumarken tam bir uzaylı.. gözleri, ağzı, kulakları, her şeyiyle..

kardeşimiz yavaş yavaş yürürken ise kanatları olmayan bir yarasa.. belgeselin birinde izlemiştim yarasaların dallarda yürüyüşünü.. baş aşağı yürüyorlar ya, ters çevirip yayınlamıştı afacanlar.. aynı bizim pembe'nin kanepe üstündeki hali..


şimdi tek derdimiz kendisine isim bulmak.. sahibi ve memo* tutturmuşlar eski mısır'dan olsun diye.. güzel bir şey bulan elini korkak alıştırmasın, yazsın lütfen.. ben isis diyorum :)

* sevgili kişisi :)
edit: pempenin adı isis oldu sonunda..

4 Aralık 2009 Cuma

marmaris deyince aklıma hep resim yapan emekliler geliyor hala!

marmaris'e giderken en büyük isteğim gökhan'ı tavlada 11-0 falan yenmekti.. koskoca beş gün boyunca bir şekilde kaçmayı başardı..

oraya varır varmaz müzisyen ailesi-arkadaşı olarak oturup sabırla provanın bitmesini bekledim.. gerçi sahnedeki pek hoş isveçli davulcunun aslında arıza olduğu da aynı provanın sonunda ortaya çıktı.. adam nasıl cool.. hemi de davulcu.. oiii... hanım hanımcık bir tatil planı yapmıştım oysa ki..

ilk gece pek renkliydi.. asım can gündüz ve yanındaki hatun restoranın önünde durup müziği dinlediler, sonra dayanamayıp dans ettiler uzuun uzun.. o gece ağustos'ta boku donmak deyiminin canlı örneğiydim.. yok anacım.. antalya'da yaşamak ayrı bir şeymiş.. nasıl bir cehennem sıcağına maruz kalıyorsak artık, her yer kutup bize, hepimiz de birer deve..

ikinci gece de yine bir ünlü geldi bara.. fekat ısrarla inkar etti melekler korusun'daki patron olduğunu.. ya da adamı bütün gece boşuna taciz ettik.. o gece de alkolizmin ne olduğunu gördüm.. dışardan bakmak bile çok acı vericiydi.. tanrım bütün kullarını alkolizmden korusun.. amiin! sevgili unnar'ın (bkz. davulcu) pek de sevgili bir kişi olmadığını anladığım andı işte.. anacım adamın türkiye'de isveçli olması zaten 1-0 önde başlaması demek.. bir de davulcu olması skoru iki yapıyor.. fakat bütün gece gelip "yaw bu türk kızların abileri-babaları hep potansiyel katil.. hiç bir türk kızla birlikte olmak mümkün değil bu ülkede.." diye dert yandı salak.. böylece erkek milletinin loser karakterli olmasının her türlü puanlamayı yerle bir ettiğini de tekrar anlamış oldum.. çok uğraştım adamın kendini fark etmesini sağlamak için, ama ne mümkün.. onbin abaza gücünde olunca adamın beynine kan gitmiyor ki söylenen lafı algılasın.. ertesi gün mangal partisi yapmak üzere gittik yattık..

sabahınan alışveriş olaylarına girip, gittik türlü çeşit et doldurduk migros arabasına.. ve tabii ki onca tepkiye, ikna etme çabalarına göğüs gerip bolca mantar, biber, kabak doldurdum torbalara.. çok eğlendiler ben bunları mangala hazırlarken.. fekat birazcık tadına bakınca hepsinin götü düştü, içlerindeki vejeteryan dürttü durdu bunları :) ama onlar da en az benim kadar dirençli çıktılar.. sonra tabii ki yine işe gidildi.. havuz başında penye hırkayla üşündü falan.. artık bir rutinimiz olmuştu sevgili ev arkadaşlarımla.. gökhan'ı gerçekten seviyorum.. "bu kadar iyi anlaşan bir kadın ve bir erkek sadece arkadaş kalabilir mi?" sorusuna bir kez de bu vesileyle evet diyorum.. üstelik biz bu adamla dört yıl aynı şehirde yaşadık.. yıllar sonra da ikimiz de gayet bekarken aynı evi paylaştık, üstelik tatil modundayken.. aferin bize :) gökhan'ım bassçım erkenden alkole teslim oldu ve sızmaya gitti.. ben de salonda yattığım için ve bu unnar gavuru saati bi tarafına sallamayıp odasına gitmediği için oturduk konuştuk bol bol.. bu yine sızlanmaya başladı işte bizim abilerden, babalardan.. aaaa dedim artık.. yeter! "olm" dedim.. "sizin oraların insanı böyle bi cool olur, bak hem bizim heriflerden iki sıfır öndesin, hem kick-box da yapıyomuşsun.. daha noolsun.. bizim kızların senin kucağına atlamak için birbirlerini yoluyo olmaları gerekirdi.. az daha cool ol be!" baktım bu can kulağıyla dinliyo bu kez, patlattım bombayı; "bak seni ilk gördüğümde tatil bonusum olmana karar vermiştim.. ama sonra sen konuşmaya başladın böyle loser loser.. olmuyo böyle koçum.. gel ablanı dinle, yazın geri kalanındaki kısmetlerini böyle kaçırma bari.." hahahahaaa.. sonra bu bir pişman oldu.. böyle her konuşmamızda arka planda yanık yanık "kaçtıı gül gibi türk kızı.. kaçtııı!" bağrışları duyuluyordu; gökhan da öyle söylüyor.. bu vesileyle hayatımda ilk ve muhtemelen son kez bir isveçli'ye daha cool olmasını söylemiş oldum, ona şaşıyorum en çok..

ertesi gün uyanıp, sevgili süheyla kişisini -hayvansever/doğa aşığı güzel insan- de uykusunda taciz ettim ve içmeler'in mükemmel ısıdaki denizinin tadını çıkarmaya başladık.. ta ki plajdaki hanzoya ait aşşalık orr....çocuğu, şezlongunun altına sığınan kediciği önce kum, sonra taş atarak ve ne yazık ki o kırılasıca eli ve kör olasıca gözüyle isabet ettirerek kovalayana kadar.. "çocuğum naapıyosun!" tepkimize bile, ilkel ve medeniyetten uzak bir şekilde soyunun devamını sağlayacak olan -ki umarım bunu yapmaya fırsat bulamaz- oğlunu savunmak için üzerimize yürüyerek cevap veren hanzoya buradan tekrar lanetlerimi yolluyorum, fark edildiği üzere.. güneşten kaçan bir hayvanla gölgesini paylaşmayan bir ucubenin gelecekte nasıl bir boka dönüşeceğini varın siz hayal edin.. türklerin barbar olduğuna katılmamak zor oluyor böyle durumlarda..

güzelim tatilimi de böyle gerdiler işte.. ne yapmalı, ne yapmalı diye düşünüp oteldeki bali'li masöz ablalarla tanışmaya karar verdim sonunda :) demo kişisi masaj görünce on kedi -ve son günlerde on köpek- gücünde mayışmaktadır.. fekat dürüst davranmak gerekirse bu abla o kadar da muhteşem değildi.. bir de taylandlı'ları denemek gerekiyor sanırım.. tabii ki o günün de bir akşamı vardı.. ve çok eğlendik çook.. bizim unnar gitti bi rus kızla tanıştı.. kız da bunu sevdi önce, ama sonra vazgeçti.. ama herif bacağına yapışmış köpek gibi, kurtulamıyorsun ki!.. bizim kız akılı çıktı.. "gel seni babamla tanıştıriim.." deyip bizim salağı oturttu 12 rus adamla aynı masaya, kaçtı gitti sonra.. arkadaşımızın haline üzüldük tabii grupçana, ama dalgamızı da geçtik tabii :)
ertesi sabah ben kaçtım oradan.. içimdeki garfield "kal işte marmaris'te kızıım.. ne güzel ortam da yaptın.." diyedursun, yola çıkmalıydım.. zaten kışın bir kez uymuştum o tembele..

oradayken ikinci kez* köpekbalıklı bir rüya gördüm.. yine kıyıdaki veledi kapıp götürdü heyvan.. sonraaa.. isveççede kalabalık sözcüğünün "kalabalik" olduğunu ve dolma'nın da "dolmar" olduğunu öğrendim.. bir de 50 kuruşluk suyu tatil beldelerinde 75 kuruşa almamaya karar verip, bunu uygulamaya başladım..


* ilki burada

23 Kasım 2009 Pazartesi

nazar etme ne olur..

galiba başıma karma geldi.. anlatır mıyım yaz tatilimi ööyle ballandıra ballandıra.. bak bilgisayarımın kafasına piyano düştü.. ilk fırsatta yeni bir harddisk alıp alemlere döneceğim, eylemlerime devam edeceğimdir..

20 Kasım 2009 Cuma

göcek'te öğle yemeği..


marmaris'te de kardeşim erdem'den çaldığım bassçı arkadaşım gökhan dört göz sekiz kulak beni görmeyi bekliyordu.. ben de onla yıllar sonra tavla oynayıp, onu "demo noolur yediye uzatalım.. noolur dokuza uzatalım.." diye yalvartıp ezmeyi..

yol üstünde göcek vardı.. arkadaşlarımla oraya kadar gittim.. fantazi yapıcam ya, kahvaltımı fethiye'de etmiştim.. öğle yemeğimi de göcek'te yemeye karar verdim.. böylece akşama da marmaris'te olacağıma göre üç öğün-üç ayrı yer fantazim gerçek olacaktı.. oldu da :)

ama, marmaris'le ilgili çok büyük bir kaygım vardı.. ilk iş göcek'te keşfe çıktım.. denizde hala çocukluğumun kabusu çiyanlar var mıydı? varsa, marmaris'te de olabilirler miydi acaba? yıllardır bu soruna bir çözüm bulunamamış mıydı yoksa? merak içinde koştum gittim kıyıya.. vee... aşşalık çiyanlar hala oradaydılar.. bakın:


neyse.. zaten antalya'da yaşıyorum kardeşim.. denize muhtaç değilim ki.. hıh! tavrımı takınıp marina'daki en hoş manzaralı restoranın peşine düştüm.. şuralardan geçe geçe buldum orayı.. yakaladım.. yedim :) tanrımmm!... denizden babam çıksa yemem bir tek..


bir de bugüne kadar karşılaştığım en ilginç tuvalet de göcek'te karşıma çıktı.. aşağıda görülen kulenin içine ediyoruz arkadaşlar.. üstelik sırf dışı değil, içi de ve muamelesi de gayet etkileyici bir tesis kendisi..


evet.. her bir yerleri anlatan rehberiniz olarak, kalacak yer de tavsiye edeyim.. gülin ve ahmet çok memnun kalmışlar.. hem fiyattan hem hizmetten ve de manzaradan.. kuş ibo otel.. kuş ibo'nun arkadaşı erol bey sağolsun bıraktı beni yola kadar.. buranın esnafının gözlerinde TL bile yazmıyor, bir de yardımseverler bonus olarak!.. fethiye'den sonra ilaç gibi geldi..

resimlere bakınca, kışın ortasında yaz tatilimi böyle ballandıra ballandıra anlatmanın büyük hayvanlık olduğunu fark ettim birden.. ama hepimiz biliyoruz ki, hayvan olmakla bir derdim olmaz :)

aa.. az kalsın unutuyordum.. burada da saçma sapan bir yazı çıktı karşıma.. bahçeli, güzelce bir evin kapısında:
çok eğlenç..

p.s. yoruldum.. malum domuz gribiyim.. yatmam lazım.. hem marmaris'te uzun kaldım.. şimdi anlat anlat bitmez.. yarına artık..

tatil olayları.. fethiye..

bu hastalıklar, raporlar falan iyi oldu bi yandan da.. en azından buraya çiziktirmek için vaktim oluyor.. iki gündür kitap bile okuyorum :) doktor(lar) kesin yatak istirahati verdi.. ben de yatağımdan sesleniyorum, neme lazım..

neyse.. işte yaz sonundan beri beni bekleyen görev.. çünkü ayrıntıları unutmaya başladım bile.. bu yılki tatilimi unutmamam lazım, çok güzeldi.. "en mutlu tatil yalnız geçirilendir" fikrimi ilk kez uzun uzun denedim, onayladım..

yola fethiye'den başladım.. yıllaaar önce bir geceliğine kalmıştım sadece, kardeşimle aynı odada kalıyorduk, o kadar eski yani.. bu kez diğer kardeşim emre ve sevgilisiyle gittik, emreler (a.k.a. bluelife) car cemetery bar'da çaldılar, ben de marina'da bir otelde kaldım.. fethiye'yle ilgili söylenebilecek birkaç şey var.. en önemlisi, yerlilerin gözlerinden $ işareti eksik olmuyor, daha doğrusu £ işareti.. hazır laf açılmışken, hisarönü'nden bahsedip duruyordu herkes.. oraya da gittim.. neyse ki telefonda karşılaştığım gülin-ahmet çiftiyle takılmaya karar vermiştik o gece.. şimdi, hisarönünde cillop ingilizlerle karşılaşıp biraz eğlenmeyi planlamıştım.. nerden bilirdim ki bunların çok sıkıcı aileler halinde gezdiğini, çoğunun dino olduğunu, geri kalanının da afacan denebilecek yaştaki veletler olduğunu.. cilloplar başka yerlerde herhalde.. hisarönü sanırım bir çeşit ayvalık-altınoluk onlar için.. emekliler ve torunları var sadece.. ama inanılmaz güzel yemekler yedik.. gülin'ciğim sağolsun, ahmet'in gözlerinin yerinden pörtlemesini pek sorun etmeden benle bir olup yemeklere yumuldu.. sonra deliler gibi waffle peşine düştük.. ve bulduk da; koca hisarönü'nde tek bir minik yer vardı waffle yapan.. ahmet su içti, biz birer koca waffle yedik..

ölüdeniz var bir de.. orası da güzel, ama çok kalabalık yahu.. biz denize girerken hava bozdu da, dağın başından atlayan yamaç paraşütçüleri manzarası çakan şimşeklerle renklendi bir anda.. sonra üçümüz de karmanın en hızlı işlediği ana daha önce tanıklık etmiş bir grubun üyeleri olarak, yusuflarla devam ettik 'deniz sefamıza'.. bir kez girmiş bulunduk suya.. anam dışarsı nasıl soğuk, güneş gitmiş, dağ kadar geniş bir bulut tepemizde.. biz "hangisine yıldırım düşecek" diye izlerken, lagünün ortasına ve hatta bizim beynimize yıldırım düşme* olasılığını artırdığımızı fark etmemize rağmen, tırım tırım tırsmayı tir tir titremeye tercih edip çıkmadık sudan.. çok eğlendik ama.. uzun uzun sohbet etme fırsatı bulduk denizden çıkamayınca :)

tatil benim için manzara ve yemek anlamına gelir.. bu ikisini ararım sadece.. haliyle ilk akşam yemeğim, yani bizimkilerle karşılaşmadan önceki tek başımaydı ve yalnız yediğim her yemek gibi harikaydı.. sonradan öğrendim çok yaygın bir şey olduğunu, ama ilk kez balık pişiricileriyle karşılaştım fethiye balık hali'nde.. süper yahu.. gidip alıyosun balıkları, restorandan ucuza geliyor, ve seçebiliyorsun tabii.. sonra beş liraya pişiriyorlar.. ohh.. bir sürü balık aldım, bir sürü de meze.. gözüme çok gelmişti ama sağolsun içimdeki canavar ve balıkçıdaki kedi kardeşlerim yardım ettiler de bitirdik hepsini.. deniz ürünleri yemek için en iyi yer orası.. haberiniz ola..


fethiye'yle ilgili iyi bir şey daha var.. her yer köpek kaynıyor.. türlü çeşit.. her dükkana bir-iki tane düşüyor merkezde.. o yönüyle huzur doluydu..

dikkat çeken bir nokta daha bez ilan asılı olan her yerde "işyeri açmadan önce belediyeye başvurmak zorunludur" ilanı da bir şekilde yer alıyordu.. sanırım kimse takmıyor fethiye kaymakamını :)

eve döndüğümde en sevmediğim yer ünvanına layık bulduğum yer bile iyiymiş.. iyi ki yazmışım bak..


p.s. bu fotodaki it kardeşimiz car cemetery'nin önünde takılan oraların en yaşlı köpeği.. aralarda millet sigara içmeye, ben de onu sevmeye çıktık.. yaşlı köpeklerdeki sükûnet vardı onda da.. hüzünlü, ama yaşlı bir hayvanı sevmeyi deneyin, huzurlu da aynı zamanda..


* bkz. counter strike aztec haritasında, her geçtiğinde beynine yıldırım düşen nokta.. bilen bilir..

15 Kasım 2009 Pazar

mutluluktan dans eden sokak köpeği :)

bugün sevinçten oynayan bir köpek gördüm.. aslında köpeği sevindiren de benim.. ama hayvancık resmen dans etti mutluluktan.. şaştık kaldık -ben,annem ve bakkaldaki iki adam..

söylemesi ayıptır, annemle yemeğe çıktık bugün.. giderken de iki genç kediyle karşılaştık.. onlara mama almak için bir bakkala girmiştim.. kedi maması olmayınca ucuz sosis sordum, bir de açıkladım kediler için olduğunu tabii.. bakkal hatun meğer veterinermiş ve içerdeki şişko kediyle dışardaki yavrulara kuru mama yediriyormuş.. iyi oldu aslında; hem hayvancıklar sadece bu seferlik değil her zaman doyuyorlar, onu anlamış olduk, hem de cebinde para yerine banka kartı taşıyan iki kişi olarak yanımızdaki on liranın yaklaşık yarısını harcamamış olduk..

eve dönüşte trafiği çok işlek caddelerinden birinin kaldırımında yazının en başında bahsettiğim köpekle karşılaştık bu kez.. bizim karnımız tok, onunki aç.. bir de peşimize takıldı, evin kapısında boynu bükük kalacak muhtemelen.. annem artık alışmış, hemen daldı en yakındaki bakkala, ucuzundan sosis alıp çıktı.. ama unuttuk ki bizim on liradan geriye pek bir şey kalmamıştı!! hemman bütün bozukları birleştirip dört lirayı denkleştirdik ve gerçekten de beş kuruşsuz ama mutlu iki insan oluverdik :)

biz böyle heyecanlıyken sevgili köpek kardeş geldi, elimdeki sosisi kokladı.. ayıp olmasın diye tuttu ağzıyla.. sonra bıraktı.. hey Allahım! neyse, baktım sonra gidip pakettekileri de kokladı ve o ilk parçayı ağzına alıp uzaklaşmaya başladı.. daha önce de görmüştüm aynı hareketi.. yavruları olan dişiler yapıyor bunu.. ağzına sığdırabildiği kadar yemeği alıp yavrulara götürüyor.. sonra gelip birkaç tur daha yaparak çoluğu çocuğu doyuruyor.. ben bunu bakkaldaki iki adama "aman abi atmayın ordaki paketi, o gelip alıcak birazdan" diye söyleyip köpeğin peşinden bakmaya çıktım.. iyi ki de çıkmışım.. bi baktım bizim kız yolda sakin sakin yürürken ağzındaki sosisi havaya fırlattı.. sonra düştüğü yere gidip sfenks hareketiyle ona oyunlar yaptı, yerden alıp tekrar fırlattı bu sefer havaya patilemeye çalıştı, düştüğü yerin etrayında hoplayıp zıpladı.. sonra bir kez daha, ama bu sefer olabildiğince uzağa fırlattı, kendi etrafında bir tur dönüp gitti sosise ve mideye indirdi.. tabii dördümüz de ağzımız açık izledik, bir yandan da annemle birbirimizi dürtüp "anaaa... seviniyo bu resmen! bak bak bak.. aynı bizim sevindirik halimiz.." diye şaşıp kaldık.. bütün bunları bir kedi yapsa gayet doğal olurdu.. ama köpek kısmı oynamaz yemeğiyle, avcı bir kardeşimiz değildir.. toplayıcıdır.. yemeğini bulur, başına çöküp yer (bkz. sırtlan kardeşlerimiz*).. bu durumda bizimkinin yaptığı gerçekten de mutluluktan dans etmekti, sevindirik olmaktı..

arkadaşlar, hepinize kesinlikle tavsiye ederim aç-susuz görünen, samimi davranan hayvancıkları doyurmanızı-sulamanızı.. belki siz de yardımsever bir kişi olursanız bir gün dans eden bir köpeğe rastlayabilirsiniz.. ben kendimi bildim bileli etrafımda aç hayvan varken karnımı doyurmadım, ancak bugün kısmet oldu bu şahane görüntüye tanık olmak.. şirinleri görmüş iki çocuk gibi mutlu hoplaya zıplaya döndük evimize..


* onları da sevelim, sayalım.. sırf çirkinler diye ayırmayalım diğer köpeklerden :)


12 Kasım 2009 Perşembe

bana harfini söyle..


bir internet sitesinde kürt kelimesini kullanmamak için, ondan "dört harfli" diye bahsediyorlar.. eminim sadece o sitede değil, başka birçok yerde de böyle bahsediliyordur.. ilk duyduğumuzda evde forumları açıp yarıla yarıla gülmüştük üç yandan.. ama şimdi alıştım, arşive atmışım bu bilgiyi gerekinceye kadar..

bugün de bir yemek-sohbet programına en sevdiğim medyum, medyum memiş çıktı.. bayılıyorum böyle programlara, yakalayınca dayanabildiğim kadar izliyorum.. orda da adamcağız cinlerden bahsediyordu doğal olarak.. yemek yapıp sohbet eden kadıncağız da birkaç kez üç harfliler diye bahsetti ama sonra ürperip (!) sustu..

nedir bu harf sayısı durumu yahu.. hani bir zamanlar voldemort vardı.. kim-olduğunu-bilirsin-sen veya adı anılmaması gereken kişi derlerdi ona da.. bir dumbledore, bir harry potter bir de annemle ben adını söyleyebilirdik cesurca :) insan neden birinin adını söylemez ki diye düşününce bulunan iki sevimli duygumuzun biri korku, diğeri de halk arasında yiğrenme olarak bilinen hissiyat.. korkuyu yenmek daha kolay da, birinden iğrenmemek için çok çabalamak lazım bence.. zaten gözün de olmayınca malum kişide, efor sarf etmiyorsun haliyle..

neyse.. başka böyle bilmemkaç-harfliler tanımı var mıdır acaba? en başta merak ettiğim oydu aslında..


p.s. aslında 'üç harfli' resmi koymak istedim ilk başta.. ama nedense bi türlü elim gitmedi..

demo da dinlendi..

kaçtır haberlerde görüyorum "başsavcı da dinlendi".. ister inanın ister inanmayın ilk tepkim hep şu: ee.. noolmuş yani.. adam tatile falan çıktı herhalde..

yıllardır güzel beynimi haberlerden uzak tutarım.. hem de itinayla.. haliyle, bu dinlenme durumunun ne olduğunu bir görüşte çıkartamadım.. ama televizyon karşısında geçen günlerdeki iki-üç-dört görüş de kâr etmedi.. ben hala başsavcının elinde bir kokteylle hamaktaki halini getiriyorum gözümün önüne.. alışmadık kulakta haber durmuyor demek ki..

neyse ki algım bozulmadan, ruhum zehirlenmeden raporumum son gününe geldim.. yüce Allahım, yine de bir gün çalışmama lüksüm olursa ben haberlerden uzak durmayı başarabilirim.. yani biraz önceki ifademin sadece züğürt tesellisinden ibaret olduğunun kayıtlara geçmesini, evrene o şekilde bildirilmesini diliyorum.. amin..

7 Kasım 2009 Cumartesi

alkolizm'e giriş..

aslında uzun süredir alkolsüz yaşam sahasında ikamet eden biri olarak karşıma çıkan ilk fırsatı değerlendirmekteyim de diyebilirim.. bir haftadır kendini hatırlatan böbrek taşlarım, sonunda dün atak yaptılar.. neyse ki sadece biri yola çıkmış.. dün sabah 5'ten öğleden sonra 3'e kadar sürüm sürüm süründüm.. ben ki iğne fobisi sahibi kişi, ben ki yeryüzünde kulakları delik olmayan tek dişi, dün hemi ağrı kesici iğne olup, hemi de içinde pek hoş narkotik bir ilacın* bulunduğu serumla haşır neşir oldum..

bugüne kadar çook şeyler tavsiye edildiğini duydum böbrek taşlarını düşürmek için.. en son numaramız avakado yaprağı suyu.. hastaneye giderken de taksiciye ve anneme açıklamasını yaptım kendimce: asıl önemli nokta sıvı tüketimini artırmak, iki bardak avakado suyu ile iki bardak sek su arasında ve aynı miktarda bira arasında bir fark yok.. canım doktorum da bunu tamamen onayladı.. ama eve gelip de düşününce şunu fark ettim ki, bu üç cins sıvı arasında seçilmesi gereken ikisi su ve biradır..

su zaten en sevdiğim içecek.. birayı da tuvalete gitmeyi teşvik etmesiyle gayet alakasız olarak, sadece alkolün verdiği güzelleşme etkisi yüzünden seçtim.. bu böbrek ağrısı öyle korkunç bir şey ki, ağrıyı daha az hissettirecek her maddeye minnettar oluyor insan.. sonuç olarak, hayatımda ilk kez sabah 10'da evde içmeye başladım.. cuma'ya kadar raporluyum, girmediğim her ders için bir bira içmeye çalışacağım :)



*sevgili doktorum sürekli bunu tekrarlayıp, "çok iyi ilaçtır.. tadını çıkar fırsat bulmuşken.." deyip durdu.. pek sevdim kendisini :)

3 Kasım 2009 Salı

kazıklanmış kişiler..

dün akşam eve dönerken, dolmuşta iki ışık üst üste yanımızda çocuklu arabalar durdu.. normalde manzara şudur: önde baba direksiyonda, yanında anne, arkada da bir veya iki velet etraftaki araçlara ya salak salak bakarlar ya da afacanlık yaparlar veya son yıllardaki bebek koltuklarından vardır, içinde de minik bir insancık.. işte bunlara alışınca, dünkü manzara çok tuhaf geldi bana.. arkada bebek koltuğu vardı iki arabada da.. ama anne önde değil, arkada koltuğun normal tarafında.. ve asıl olay da, yavru bebek koltuğunda değil çünkü kocaman olmuş.. uzun uzun kollar-bacaklar.. artık o koltuğun orada olmaması gerekiyor neredeyse birkaç yıldır.. ve yavru artık oraya sığamadığı için annesinin kollarında güvende kalıyor.. ama dana kadar olduğu için annenin de kucağına sığışamıyor falan..

şimdi bunu görünce hemi de iki kırmızı ışıkta üst üste.. zaten dokuz saat derse girmişim, beynim şeyolmuş.. algıladığım ilk şey şu oldu.. bunlar bebek yapmışlar, eve şirinlik olsun diye.. ama anacım büyüdükçe büyümüş.. bunlar da şaşkınlık içinde, "koltuğa da sığmıyor artık.." diyerekten, kucakta falan tutmaya çalışıyorlar sakar sakar.. hani gidersin küçük ırk bir köpek almaya da, "abla bu kadar kalır.. en fazla bir-iki santim daha büyür o kadar.." derler.. sen de alırsın heyvancağızı binbir türlü seren serengil'in tiny'si hayalleriyle.. ondan sonra köpekçik olur koca bir it.. kazıklanmışsındır, ama artık çok geçtir.. koca itine alışmaya, onu olduğu gibi kabul etmeye çalışırsın ve başarırsın da.. ama o kazıklanmışlık duygusu zaman zaman dışardan bakıldığında da görülür.. işte o andı bizim dolmuşun yanındaki arabalarda yaşanan..

30 Ekim 2009 Cuma

son dellenişler..

başıma gelenleri, diğer insanlar gibi, ciddi romanlarda geçen hayali olaylara benzetebilmek ve kulağa-göze daha karizmatik gelmek isterdim aslında.. ama ne yazık ki bu umbridge durumu (bkz.harry potter ve zümrüdüanka yoldaşlığı) peşimi bırakmıyor mınakoyim!!

önce hepimizin başına dert olan büyük umbridge (a.k.a. umbridge-i kebir) şimdi de daha minik versiyonlarını toplumdaki daha küçük birimlerin başına dert etmekte.. bunların eline veriyorlar beş şiş, salıyorlar oranın buranın yönetimine.. minik umbridgeler de örüp örüp çorapları geçiriyorlar kafamıza.. o çoraplar ki bir gün çifter çifter katlanıp bunların götüne girecek eminim.. tek inandığım karma -ilahi adalet..
başındaki umbridgelerden muzdarip insanlarda fred ve george weasley'deki göt olsa, bizimkiler de cehennemin dibini boylar aslında.. ama o göte sahip olmayan insanların başında ben olduğumdan, sadece sinsi sinsi ve en sevdiğim şekliyle simsi simsi gemiyi terk etme planları yapmakla* yetiniyorum.. ilk fırsatta daha iyi bir yerdeki bir gazeteye şu ilanı vermek ümidiyle:

"don't you have time to walk your dog?? no need to worry any more.. I can walk your dog-friend & also talk to him as we enjoy fresh air..

just call ......"

*tek sebep umbridgeler değil tabii ki.. benim bile inanamadığım bazı bir takım şeyler olmakta hayatımda.. şok haberler geliyor.. pek yakında :)

29 Ekim 2009 Perşembe

taştan arkadaş..

bu şarkıyı en son 80'lerin ortasında dinlemiştim.. birkaç hafta önce yeniden kavuştuğumda hiç yabancılık çekmeden bağrıma bastım.. şarkının adı "razıyım"mış.. halbuki bence "taştan arkadaş" çok daha uygun olurdu :)


bilirim bir uzun yoldur aşılmaz
varılmaz yanına taştan arkadaş
bunu bile bile bak yine bu yaz
vuruldum ben yeni baştan arkadaş

yolum inat etsin çıkmasın düze
ne çıkar karışsa gecem gündüze
razıyım ben yalnız o güler yüze

vazgeçtim kirpikten kaştan arkadaş


erkin koray'ın muhteşem-ötesi albümü "gaddar"ın her bir şarkısı ayrı birer dünya.. küçükken yaz tatillerine giderken hep yanımızda olan, commodore 64'lerin teybiyle aynı model bir teybimiz vardı.. içinde de gaddar! o zamanlar dünyadaki tek amacı zoolog(!) olup dünyadaki her türlü hayvanla haşır neşir olan çocuk-ben tabii ki "taştan arkadaş"ın farkında bile değildim.. durmadan "topik küçük bir havhavcık.. kendi halinde.. içinde kötülük yok.. her şey dilinde.. gel cici topiik.. gel güzel topiik.." diye şarkı söylüyordum erkin abiyle beraber ve zaman zaman da solo :)


şimdi artık "taştan arkadaş"ın ne kadar içten bir aşk şarkısı olduğunu fark ettim.. biz kadın milleti için en önemli şey olan fedakarlığı* anlattığını her dinleyişimde biraz daha hissediyorum.. ve erkin koray'a tekrar hayran oluyorum.. aslında onun yaşam tarzını kıyasıya eleştirirdim daha birkaç yıl öncesine kadar; kesinlikle biyolojik babamla yakın arkadaş olmalarından kaynaklanan ve bir kısmı sağlam verilere dayanan ama büyük kısmı da erkin abinin sanatına yaptığım haksızlık olan önyargıdan ibaretti bu.. şimdi dinliyorum da.. canlı performansında hala aynı başarıyla şarkı söyleyen** bu yaştaki*** sanatçıya olan hayranlığımın da düşüncelerimin değişmesinde payı var..


deliyim biliyorum.. ama şarkının sözleri çooook vurucu..


bilirim bir uzun yoldur aşılmaz
varılmaz yanına taştan arkadaş

(burada hep kendimi hayal ediyorum.. nedense yanına varılmaya cesaret edilemeyen taştan arkadaş benim bence.. burası bir psikoloğa iyi malzeme olur, farkındayım..)


bunu bile bile bak yine bu yaz
vuruldum ben yeni baştan arkadaş

(burası da dönüp dönüp yaptığım hatalar.. salak hallerim bunlar.. çoğu zaman aşıkken yaptığım bunu bile bile yine yeni baştan vuruluşlarım işte.. doktorcum okuyor musun hala?)


yolum inat etsin çıkmasın düze
ne çıkar karışsa gecem gündüze

(var mıdır böyle bir şey acaba?? hayatımda yolumun düze çıkmamasını göze alır mıydım kimse için?? hayır.. bugüne kadar o noktaya varmasına izin vermedim kimsenin..işlerimin yolunda gitmesinin hayati önemi bir yana, aşk ve dünyadaki diğer her şey bir yana..)


razıyım ben yalnız o güler yüze
vazgeçtim kirpikten kaştan arkadaş

(a-haa.. işte bunu yaptım.. yine olsa yine yaparım sanki.. kirpikten-kaştan geçtim aşktan gözüm kör olduğunda hep.. güldüğünde dünyamı aydınlatmış olan sevgili ex-sevgililerime güldükleri anlar için ilk kez teşekkür edeyim bari bu vesileyle..)


ohh bee.. terapi gibi geldi.. ama bu satırları her duyduğumda olan-biten bu işte.. başka türlü bir ifadesi yok..


* sacrifice sözcüğü aslında daha iyi/kapsamlı açıklıyor bu kavramı..

** bkz. bet ses.. ve ben bayılırım bet sesli şarkıcılara!! nick cave çok yaşa!! sen de cohen!!! rahat uyu cem karaca..

*** bkz. demo yaşlıları sever :)

28 Ekim 2009 Çarşamba

insan milleti

bu insan milleti bir tuhaf gerçekten de.. ağladığında mesela.. illa ki birkaç damla yaş dudaklarına ulaşsın diye bekler, ancak sonra siler yanaklarını.. içten içe hoşuna gider herhalde tuzlu tadı.. ama bu tadı çok fazla almayı da istemez.. fırsat bulmuşken birkaç damla daha, o kadar; insan pek sık ağlamıyor sonuçta, yıl içinde yenilen doğumgünü pastası miktarıyla yarışabilir herhalde ağlama sayısı.. sonra da siler gözyaşlarını.. kendine acımaya devam eder..
bööyle de manyak bir canlı türü işte insan..


p.s. sadece fark ettim, o kadar.. Allah'a şükür, keyfim yerinde :)

23 Ekim 2009 Cuma

genel ziyaret!

evet.. genel ziyaret.. dün mezarlıkta rastladığım ak gömlekli-pantolonlu, gri sakallı dedeye (muhtemelen imamdı) verdiğim cevap buydu..

çıkışın ne tarafta olduğunu sorduğumda önce yönü tarif etti, sonra da "buldunuz mu kabrinizi?" dedi.. kabriniz.. benim kabrimmiş gibi oluyor yani öyle söylenince.. tööbe töbeee... Allah gecinden versin..

tabii o şokla, bir de "yolumun üstündeydi burası.. içinden geçmek, etrafından dolaşmaktan daha ilginç geldi düşününce.. bir de hiç gelmemiştim böyle bir yere, bi deniim dedim.." cevabını veremeyince, aslında pek de yalan sayılmayacak olan "ben genel bi ziyaret yaptım bu sefer.." deyiverdim.. bu sefer! ama gerçekten de bu deneyimi yaşamak istedim.. işe giderken yolumun üstü.. her seferinde dışardan bakıyorum.. ve bir de neredeyse yıllardır ordan geçerken dua etmiyorum.. eskiden hep ederdim..* onu da telafi etmek istedim sanırım.. vicdanımın rahatlatılacak bir köşesi varmış demek ki..

hayal ettiğim kadar tuhaftı orda yürümek.. ürkünç değildi.. ama sanki bi suç işliyormuş gibi hissettim, sanırım o yüzden daha fazla bir şey hissedemedim.. ayrıca daha ne hissedeyim ki.. baksanıza bu gece olmuş, hala aklımda fikrimde duruyor.. orayı kestirme olarak kullanmak saygısızlık olurdu.. ama hem o işe yarayıp hem de bana bir şeyler hatırlatması için içinden geçmek aslında çok da kötü bir fikir değildi.. yine de suçluluk duymadım değil.. neyse.. böyle işte..


*bunu yazdım ve kedi yalanırken kanepeden düştü ya!! komik hayvan..

17 Ekim 2009 Cumartesi

soya çekim..

hani türk milleti göçebe bir millettir ya.. tarihte yani.. ya da ne bileyim işte, ben bir yerden duymuşum zamanında.. benim için doğru bir bilgi bu..
hah işte.. biz de o milletin soyundan gelip, atalarının kemiklerini sızlatmayan kişiler olarak (ama bildiklerim yanlışsa sızım sızım tabii), bir önceki evimizde sadece dört ay oturup ailevi rekorumuzu kırdık.. işte bunun içündür küü, bununiçündür küü, blog alemlerinden uzak uzuun bir süre geçti.. her türlü sanal alemden de tabii..
amaan.. öyle işte.. aslında iyi de oldu.. burayı son zamanlarda sadece deşarj olmak için kullanıyormuşum gibi geliyordu.. hadi hayırlısı.. kısa süre içinde huzuru içime doldurup etrafıma bakmaya başlarım herhalde.. haber ederim :)

29 Eylül 2009 Salı

sakarım ben sakarııım...

kişinin sakar olması sadece bir şeyleri döküp saçması mıdır sevgili arkadaşlar?? evet, yani hayır, bence de değildir.. yerlere döküp saçmak pek yaratıcı bir sakarlık değildir, sadece yeni başlayan düzeyi olabilir.. zamanında sınava girip (öğretmen olarak) en baştaki öğrenciye cevap anahtarını veren bir kişi olarak yaratıcı veya enteresan sakarlıklar konusunda kendimi otorite olarak görmek üzereyim..

son eserimi bugünkü akşam sınıfımda yarattım.. elimde görmüş olduğunuz laptop'ı projeksiyon marifetiyle beyaz tahtaya yansıtıp, alıştırmanın bulunduğu word dosyasını açmadan önce, öğrencilerin modu güzelleşsin diye aşağıdaki masaüstünü gösterdim.. "and here's something nice.. my cat!" sunumuyla..

konu sakarı olarak yapmam gereken de buydu zaten.. gayet gereksiz şirinlik çabası boyunca en alt sırada bulunan "daşşak" adlı dosyanın da masaüstünde duruyor olması.. hem de iki ş'li... bunu fark ettiğimde arkadaki iki tipin gülüşmeleri daha bir gözüme-kulağıma batar oldu.. işin fenası ben de sırıtıp durdum salak salak..

amaaan.. çok çok birkaç kişinin üniversite anıları arasında neşeli bir yerim olur.. olsun da zaten :))

12 Eylül 2009 Cumartesi

hayvanlara yardım edelim, ettirelim :)

çok yol katettim ama iyi oldu.. önce deniz'i okuyordum.. yandaki blog listesinden nora'ya zıpladım.. ordan da idil'in blogundan bilgilere ulaştım.. olayın ne olduğu malum.. masum hayvancıklar yine ölmüşler.. yazık gerçekten de.. çoook üzülüyorum.. anlatamıyorum, çünkü daha da üzülüyorum.. yukardaki linklerden ayrıntılı bilgilere ulaşılabiliyor zaten.. barınaktaki hayvancıklar, selde kapalı kalan (ve bir türlü açılamayan) kapıların ardında yaşam savaşı vermişler.. birçoğu da yenilmiş.. o kısmı yürek parçalıyor zaten.. hayvanseverseniz, hayal etmeyin, çok acı verici.. değilseniz hayal edin lütfen ve anlamaya çalışın ne kadar korkunç bir şeyden söz ettiğimi.. çamurda boğulan bebekler* bunlar.. kalan sağları da yedikule ve bakırköy barınaklarına nakletmişler.. zaten hayvan nüfusu kalabalık olan bu yerlerde şimdi bir de sel surivor'ları var.. o bakımdan yardıma gerçekten ihtiyaçları var..

şu şekilde yapıyoruz.. arkadaspet.net'ten barınaklara yardım seçeneğiyle uygun fiyatlı mamaları seçiyoruz ve teslimat adresimizi değiştirip şuraya yolluyoruz:

Mimar Meral OLCAY,
Gönüllü Barınak Yöneticisi
Adres : Yedikule Sahil Yolu,
Yedikule surdibi, eski havagazı deposu
(Üst Yol Marmaray projesinden dolayı kapalıdır.Sahil yolunu kullanınız.)
Telefon : 0212 633 58 57
Cep : 0535 712 63 90
Faks 0212 633 58 57-
teslim alan: meral olcay
kangurum.com da var.. ama arkadaspet'ten aynı paraya daha çok mama alınabiliyor..
bakırköy hayvan barınağı'na daha ulaşamadım.. ama arayan bulur :)
aslında yıllardır "ramazan bitmeden şu fitre-zekat zarflarını versek de üstümüzdeki yük kalksa" şeklinde hissiyatsız 'yardımlar' yapan bir ailenin üyesi olarak bu yıl içim biraz daha rahat.. bundan böyle benim fitre-zekat zarflarım hayvancıklara.. size de tavsiye ederim.. çünkü yardıma muhtaç insan bulup, sonra da o insanın gerçekten muhtaç olduğuna emin olmak çok zor.. halbuki köpek-kedi kardeşlerimiz aç olduklarında gerçekten yardıma muhtaçlar.. sadece doyana kadar yiyorlar, kalan mamayı da arkadaşlarına bırakıyorlar.. stokçuluk yok.. "param yok, sürünüyorum -ama cebimde cep telefonum var" durumu yok.. evet.. oturduğum yerden kalkıp birine yardım edeceksem, hiçbir lüksü olmadığından emin olmalıyım.. onun için artık sadece emin olabildiğim canlı türlerine yardım yapmaya karar verdim..

yeni slogan bile buldum: BİTKİLERİ SULAYALIM, HAYVANLARI DOYURALIM (onları da susuz bırakmamak lazım tabi)

* veterinerimiz de öyle söylemişti.. "15-20 yıl hep bebek kalan canlılar bunlar" düşünsenize 10 yaşında bir kedi, pinpon topu peşinde koşuyor hala.. peki hiç ip atlayan 55 yaşında bir kadın veya saklambaç oynayan amcalar gördük mü :) masumiyet karşılaştırmasını da bin kez yapmıştım zaten.. bkz. melekler şehri filminde melekleri görebilen canlılar (bebekler ve hayvanlar)

2 Eylül 2009 Çarşamba

dönmemeli..

tatilden döndüm.. muhteşem 18 gün geçirdim ve ilk fırsatta biir bir anlatıcam.. gerçekten de biri gider, biri bakar durumu oluyor evden uzaklaşamayanlar için.. ama eylül de inanılmaz güzel bir tatil zamanı arkadaşlar.. ben koşullar (bkz. antalya'nın cehennem havası, okul başlayınca izne çıkamamak) gerektirdiği için ağustos'ta ve zaman zaman ter her bir tarafımdan süzülerek gezmek zorundayım her yıl..

bilenler bilir, bu yıl hayatımın ilk psikosomatik rahatsızlığını yaşadım.. ev hayatımdaki gerginlikler sonucu -ki tamamen elalemin derdidir beni geren- kalbimle boğazım arasına bir kedi gelip oturdu bu kış.. en yüksek makam buyurdu ki beni geren ortamlardan uzaklaşmalıymışım.. ve ben ne yaptım, salak gibi verdiğim karardan döndüm; halen kendi başıma yaşamaya başlamadım.. sebebi de mantıklıydı aslında; elin oğluna ikinci bir şans veriyoruz yeri geldiğinde, evin oğluna mı vermiycez.. ama yok, gerçekten de ilişkiler zor.. gitmiyorsa, yürütmek için çaba gerekiyorsa, debelenmek akıllıca değil.. zorlamadan ööööyle hafif devam etsin artık.. çok derin olmasa da olur değil mi.. evet.. kesinlikle öyle..

neyse işte.. tatilden döndüğüme pişmanım.. ama seve seve olmasa da, sevmeye sevmeye bu tatil bitecek, bu işe başlanacak.. ama asıl kararımdan döndüğüme pişmanım.. bak işte, yeni taşındık bu eve.. şimdi kalkıp buradan taşınmak çook daha zor.. eşşek kadar ev bulduk ilişkimize bir şans daha verelim diye.. iyi bi bok yememişiz anlaşılan.. yine de sıtkım sıyrılmış, "tutmayın beni hüleaayynn"a ramak kaldığını biliyorum an itibariyle..

6 Ağustos 2009 Perşembe

coştum ben!

evvat...
sonunda couchsurfing olaylarına aktif olarak girdim :) yani noolüyür de noolüyür; dünyanın her bir yerinden insan kişileri gelüyür, sizin evde kalüyür.. siz de seyahat ederken onlara misafir olüyürsüğüz.. pek güzel olüyür.. hemi paracıklar cepte kalıp tatilde daha bir relax zaman geçirmek hemi de yeniliklere açık-ilginç-sosyal insanlarla tanışmak kısmet olüyür..

arkadaşlar, kendime çok seksi bir tatil planı yaptım.. en güzel yanı da çok planlı olmaması.. anahatları belli sadece; kaş'a, fethiye hisarönü'ne ve marmaris'e gidilecek.. marmaris'te üniversiteden çok sevgili bir arkadaşımda kalınıp kendisi eski günlerin anısına tavlada yine 11-0 yenilecek.. inanılmaz değil mi.. ama gerçek.. adam 5, 7, 9 derken 11'e kadar uzattı oyunu.. ne güzel günlerdi :) en planlı yeri orası.. fethiye'de couchsurfing yapılacak.. hisarönü'nde ingiliz kültürüyle kaynaşılacak :) kaş.. hmm.. kaş'ta ne yapılacak bilinmiyor.. sadece olympos artık çok sıkıcı.. ve o tarafa doğru yola çıkmak istediğim için kaş'ta hayal meyal hatırladığım barlar sokağı/yokuşu keşfedilecek.. aa.. bir de yeni arkadaşım var, orada bir yerde bass çalmakta.. onu dinlemek lazım :)

ee.. sonra.. marmaris bitince.. işte o kısmı tamamen boş.. nereye gitmek istersem oraya.. datça var.. bodrum var.. cunda var.. izmir-istanbul hep orada zaten.. ne bileyim işte.. öööyle gezip tozmak lazımdır... ayyy.. bir de en güzel kısmı ne biliyor musunuz? tatilde yalnızım :) yani zaman zaman birileriyle görüşeceğim tabii, ama sürekli aynı kişi olmayacak.. bir kısmında tamamen yalnız olacağım.. oh ohhh... resmen özgürlük :)

fikir vermek isteyen var mı peki? nerelere gideyim, nasıl edeyim konusunda.. şöööyle eğlenceli bir ondokuz-yirmi gün geçirmek istiyorum :)
p.s. tatil sözcüğünü üst üste yazınca ve içinden söyleyince çok ilginç duruyormuş.. tatlı gibi.. ama güzel çağrışım o da beee.. yirin..

31 Temmuz 2009 Cuma

ben cinderella man gördüm!

gerçekten bak..

bu hafta sinemaya gittim, hem de iki kez (bkz. üniversite yıllarım).. ilkinde bir arkadaşımla the hangover'a gittik.. çoook eğlendik, güldük, film boyunca şunları söyledim: (şaşkınlık ifadesi içinde, eller ağzın önünde birleştirilmiş olarak okunacak) "hadi canıım... yok artık.. hööhh!!.. çööüüşşş... aaa aaaaa.. "

sonra o arkadaşım ve nişanlısıyla harry potter ve melez prens'e gittik :))) sondan ikinci film ne yazık ki :( olsun.. film çok iyiydi.. çok action yoktu, ama zaten kitapta da yok.. tabii ki beni ve tüm seriyi üç kez okuyan her bir kişiyi dellendirecek değişiklikler yapmış sayın yönetmen.. kitabın başındaki muggle başbakanı-sihirli dünya başbakanı görüşmesi atılmıştı.. ve muggle dünyasında hissedilen terör duygusu da çok başarılı bir şekilde verilememişti.. film içinde iki değişiklik daha vardı.. okula geldiğinde trende harry'yi luna'nın bulması ve filmdeki en önemli sahnede harry potter'ın yeri ve oraya nasıl gittiği (bkz. spoiler vermemek için bu kadar kasabildim); yönetmenin bu değişiklikleri yapmak istemesinin nedenini şimdi anladım aslında, altıncı filmde yani, kitapları okumayan izleyiciye de gerekli ipucunu vermek istiyor bence.. haklı mı haksız mı tartışılır çünkü biz kitapları okurken j.k.rowling bize bu tür ipuçları vermemişti.. ama bunlara rağmen film oldukça başarılı, etkileyici ve yoğundu..

neyse gelelim cinderella man'e.. işte o da harry potter'dan çıktığımızda kendini gösterdi.. nasıl mı? çoluk çocuktan arınmış olması için 22.00 seansına gittik.. ertesi güne final sınavı yazmam gerekmesine rağmen, çıkışta başka bir arkadaşım beni sinemadan alacaktı ve daha biletleri almadan filmin bitiş saatini öğrendim, 00.45... o gün aldığım en iyi haberlerden biriydi.. film iki saatten uzundu.. arkadaşımla nişanlısına da söyledim bunu ve sinema sonrası buluşmasına gelmeleri için davet ettim fakat istemediler.. 00.45'te film bitince tabii ki iki hatun tuvalete gidip makyaj tazeledik ve çıktığımızda o oradaydı.. cinderella man! "çabuk çabuk çabuk.. burayı kapatıcaklar, sizi bekliyolar!" diyerek koşturmaya başlamıştı.. ama orayı kapatmak üzere olmakla itham edilen adamların bundan haberi yoktu.. ağır aheste iyi akşamlar dilediler biz geçerken.. cinderella man bunu umursamamıştı.. adamlar ağır aheste olabilirdi, ama o cinderella man'di ve saat 12'yi geçmişti.. koşmalıydı... nişanlısı yüksek parmak arası terlikleriyle koşamayan arkadaşıyla(bkz.ben) konuşmaya çalışırken zaman zaman ona yetişemeyip elinden kaçıyordu, ama cinderella yine de en önde koşturmalıydı.. bir eli arkada nişanlısını tutmaya çalışırken kendisi öne doğru eğimli vaziyette alışveriş merkezinden koşarak çıkmak için cebelleşiyordu.. o sırada alışveriş merkezinin üst katına çıkan güvenlik görevlisini gördüm ve artık dayanamayıp "abiciiim, kapatamazlar burayı.. bi rahat ol yahu.. aaa..." şeklinde vokale başladım... duymuyordu... aklı neredeydi bilinmez -balkabağı, cam ayakkabılar? "alooo... zaten arkadaşım beni gelip almadan burdan ayrılamazsınız taam mııı..." diye daha güçlü vokale başladım... pek bi yerine takmadı.. aklı her neredeyse ordan ayrılmamıştı.. arkadaşım da kendini gülmekten alamıyordu bu sırada, olayın tuhaflığının farkında olup ona gülüyor olabilirdi muhtemelen, daha sormadım sebebini.. sonunda kurtarıcım görünmüştü otoparkın başınsa.. cinderella ve nişanlısı koşarak "görüşürüz demooo" diye uzaklaşmaya çalıştılar.. yer miydim ben bunu.. "gell buraya, öpmiycen mi beni giderken.. ne bu acele kızıııım??" diyerek arkadaşımla sarılmalı bir vedalaşma gerçekleştirdim.. "çook uykumuz geldi demooo" bahanesine de "sktir lan, yalancı" içten tepkisini vererek cinderella'ya döndüm.. "SENLE TANIŞTIĞIMA ÇOK MEMNUN OLDUM CINDERELLA!" şeklinde oldukça abartılı vedalaştım, belki "nassı yawww.." demesine vesile olur diye.. sonra arkadaşımın arabasına doğru uçtum.. gülüyordum çünkü cinderella man'ın adını uçuş sırasında koymuştum..

bütün bunlar olduktan sonra arkadaşıma bunları anlattım, ve onun yorumu da gayet sanatsaldı: dr. jeykll..
geçirdiğimiz gecenin size anlatmadığım tarafları ve arkadaşımın nişanlısından bahsediyor olduğu gerçekleri göz önüne alındığında benim ezik, onun cool birer benzetme yapmamız doğal geliyor.. doğal olan bir başka şey de şu ki ikimiz de bu adamı hayali karakterlere benzetmişiz..

hayırlısı diyelim...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

iyi ki doğdum :)

diyorlar ki, 30'lar bir anda insanı tribe sokarmış.. bu da aynı 2000'lerde uçan arabalarla gezmeye başlayacağımız gibi bir spekülasyondan ibaret bence.. bakalım, bir anda değişen bir şey var mıymış.. yarın sabah uyanınca göreceğim :)


bu yılki şenlikler -şimdilik- 4 gün 4 gece sürdü.. resmen perşembe'den beri doğumgünümü kutluyorum.. sevgili arkadaşlarım sağolsunlar :)


gerçekleştirilecek tonla plan olmasa da çok ciddi işler var önümüzdeki iki yıl içinde yapılmayı bekleyen.. son bir yıldır tanışılan muhteşem insanlar var hem real life'ta hem burada.. 29 çok zor bir yıldı ama bunlar sayesinde güzeldi her şeye rağmen..


hadi bakalım.. helecanla bekliyorumm :)


p.s. bu yıl bir adet ex sevgilimi de imkansız adamlar listesine ekleyip, on dakika önce bunu da kendisine telefonla bildirdim.. çok iyi hissettim gerçekten de.. çünkü adam mezuniyetime de gelmemişti, sonradan özür dilemişti uzuuun uzuuuun... "hayatımda üzgün olduğunu söylemek için telefon eden adamlar istemiyorum deniz hemşire" diyerek onu dert sahibi eden, şu ana kadar ona "hayır" dememde -ailem ve arkadaşlarımın tam tersi baskısına rağmen- ne kadar haklı olduğumu hem ona hem kendime açıklayan bir konuşmaydı.. bunu buraya dahil etmemin nedeni de ondan hep "100 yıllık sevgilim işte" diye çok kalıcıymış gibi bahsetmem ve artık olmaması.. "hemşiire, kırkımıza gelince evlenmek istiyorsak ve hala bekarsak evleniriz dediydik ya, ben vazgeçtim.. biraz önce unutmuşum söylemeyi.. haberin ola.."

p.s.2. bayılıyorum bu hain yanıma..

21 Temmuz 2009 Salı

kedinin istediği bir tüy..

Allah verdi canlı serçe :)

gerçekten de öyle oldu.. ama kedinin istediği tüy de tüy yanii.. kocca tavuskuşu tüyü.. tabii ki sevgili ayşe (bkz. evimizin kuş anabilim dalı [dal da buraya cuk oturdu ama] başkanı) eve getirdi.. işte şundan.. hem de 3 tane.. ve de taze taze.. daha yeni kopmuş sahibinden!
hayriş'le ibiş tüy bölümüyle değil, kök bölümüyle ilgilenip kendilerinden geçtiler.. beşinci dakikanın sonunda kaşla göz arasında tüylerden biri şu hale gelmişti:
bu haltları yiyen de bizim ibiş -eski şah rıza yani.. bakınız, bayaa kediye benzedi artık..

heyvancağız nasıl bi safiyetle istediyse Allah'tan, "noolur şu kedi kuluna bir kuş yolla Rabbim.." diye.. işte onuncu dakikada ikiye böldüğü (ama abartmayıp onu buraya koymadığım) üç numaralı tüyden hemen sonra serçe kardeşimiz terasta bizi bekliyordu.. hemen paketleyip sepete koydum*.. naapsaydım ki, uçamıyordu yani.. dinlenmeli, enerji toplamalıydı..

bir sabah daha 06:30'da hortladım.. bu kez kedilerin miyavıyla değil, kendi hür irademle.. ama hiç şaşırtıcı olmayarak yine bir heyvan için.. etraftaki soydaşlarının sesini duyunca hemman canlandı bizimki.. iki canavarın olduğu evden mucize eseri tek parça çıkmanın verdiği mutluluk/şaşkınlıkla sanki bir önceki günkü zavallı o değilmişçesine pır pır edip de canlandı.. sepetimiz boş kaldı...

* anneme göre gerçek bir elmyra'yım.. neymiş efendim, bulduğum her hayvanı hemen paketleyip saklıyormuşum.. yok yahu öyle bir şey.. doğal ortamına salmadan önce gücünün kuvvetinin yerinde olduğundan emin olmak istiyorum, o kadar...

p.s. akşamüstü sıcaktan bayılmışım.. ayılıp da ayşe'nin elinde üç koca tüyü görünce çok mutlu oldum.. düşünsenize.. bunlar rengarenk.. sanki rüya bitmiş, cennette uyanmışım (tabii cehennem'den gelen sıcak hava dalgasını hissetmemek mümkün değil).. böyle olağanüstü bir tecrübeyi hepinize tavsiye ederim.. çok büyülü oluyor :)

12 Temmuz 2009 Pazar

the perfect mind

itiraf ediyorum.. geçenlerde tv'de "leonard cohen: i am your man"i izledikten sonra cohen benim için ilk kez kana-cana büründü..

onu, anılarını anlatan, alçakgönüllü, yaşlı bir adam olarak izledim.. çok sevdim çook.. (bkz. demo yaşlıları sever)

onu konuşurken ilk kez izledim, ben de onla konuşmak istedim..

itiraf ediyorum.. şarkı sözlerindeki espritüel yanını ilk kez gördüm.. olaylara bakışındaki espritüelliği de gördüm.. hayran kaldım..

yeri gelmişken itiraf edeyim, beni benden alan mısraları vardır.. hayatımı allak bullak etmiştir, edenleri tanımlamıştır;
"you think maybe you'll trust him
for he's touched your perfect body with his mind.."

bir de şunu itiraf etmeliyim ki, onu canlı dinlemek için çok fakir olduğumu fark ettim..
ayrıca neden onu canlı dinlemeyi bu kadar istediğimi de anlamak için çok uğraşıyorum.. hahhaaahaaa.. yazarken bulduuum :) bu adam şarkıcı değil.. şair, hem de şiir sevmeyen beni bile etkileyebilecek kadar.. ayrıca bir efsane.. onu orda görmek elvis'i görmek gibi olacak.. olabilirse yani..

11 Temmuz 2009 Cumartesi

your argument is invalid - dırlanma

süper absürd bir site buldum, http://yourargumentisinvalid.com/

adından da anlaşılabileceği üzere, diyor ki; senin iddian/görüşün geçersiz.. ve hemen öncesinde kendi görüşünü sunuyor tabii ki.. aha da bu fotoğraftan anlaşılabilecek tek gerçek budur diyor..

hemen örnekleyelim.. büyruuunn...

"bu ayının hiç arkadaşı yok.. sen ne dersen de.."


bu arada "your argument is invalid"i çevirirken çok eğleniyoruz tabii.. nasıl mı? şöyle:
"dün gece tam olarak ne olduğunu hatırlayamıyorum ama, oldukça eminim ki bir unicorn öldürdüm.. dırlanma.. "
ve hatta;

"kıçını yırtma.. prince hiç eğlenmiyor ve seni duyamaz.. "

ayrıca;
"sen istediğini söyle.. biz ağacız.."

böyle işte a dostlar.. deli aramaya gerek yok, bir yerlerde karşımıza çıkıyorlar, şükürler olsun ki :)

20 Haziran 2009 Cumartesi

şah rıza..


şah rıza'nın ilk resmidir..

19 Haziran 2009 Cuma

kedi çıplaaaak.....



eveet.. pek sevgili hayriş'im bir süredir çıplak.. onca kürkün altından çıkan ise beni çoook mutlu eden benekli-tekirli çok hafif bir desen*.. hayriş'in tekir olduğunu bilmek güzel :)

bir de aydemir akbaş'a benziyor zaman zaman.. hemi de inkar edilemeyecek kadar.. felis de benzerdi traş olunca :))

*ilk gördüğüm andan itibaren balina köpekbalığını çağrıştıran desen..

16 Haziran 2009 Salı

kimseyi tanımadım ben..

benden daha güzel..


gerçekten bak.. tüm samimiyetimle..

15 Haziran 2009 Pazartesi

hiç tanımadığım bir erkeğe..

yemek ısmarlamayı teklif ettim..

onun durduğu kapının önünden geçtim.. göz teması kurdum... baktı, ama o kadar.. sonra bir de öbür tarafa doğru geçtim.. başka tarafa bakıyordu, ama gördü.. bir kez daha deneyeyim dedim.. ve aynen bu şekilde en az beş tur yaptım.. bir ara kapıya doğru yönelir gibi oldu.. geri döndü.. ufff.. Tanrıımm... neden aynı şey onun da aklından geçmiyordu ki sanki.. ayrıca biraz önce okuduğunuz gibi hiç tanımadığım bir kişi de değildi yani.. on dakika önce çok kısa bir konuşmamız olmuş, aynı şeyden şikayetçi olduğumuz için aynı anda aynı yerde bulmuştuk kendimizi.. sonra buraya (yani önünde turladığım odaya) dönerken de üç dakika konuşmuş ve mesleklerimizin ne olduğunu öğrenmiştik birbirimizden.. turizm şirketinde operasyon şefiymiş ve ben de ingilizce öğretmeni olduğum için aynı dili konuşmamızı ortak noktamız ilan etmişti.. ki, bu sevgili ortak noktayı çoook sevdim :)

neyse.. baktım ki onun harekete geçeceği yok, gittim yanına.. ama güvenlik görevlisi aksi kadın da dibindeydi.. ve söyleyeceklerimi duymasını istemediğim -hatta duyarlarsa cıngar çıkaracaklarını bildiğim- birkaç kişi daha.. ufff... bu adam son şansımdı.. öğle tatiline tam on dakika vardı.. ve onu kaçırırsam hayatım kaymayacaktı ama bugünüm tamamen boşa gidecekti.. yanına gittim, onun yaslandığı pencereye yaslandım..

demo: do you speak english?
o: yes..
d: can you do me a favor?
o: umm?
d: can we just pretend to be friends.. so that i can join you there and we can use your number together?
0: hmm.
d: and i will buy you lunch if you help me.. please..
o: ok.. we'll try.. but i guess they will understand that we aren't friends..
d: i'll do everything.. you'll just go to the desk and i'll follow and try to get my job done, too..
o: ok.. why not..
d: thanks a lot.. by the way.. what's your name?
o: özdemir.. what's your name?
d: it's here.. (nakil formundaki isim yerini gösteriyorum..)

ve özdemir'in sırası gelince gittik memurun oraya.. önce o yaptırdı nakil işlemlerini.. sonra ben de zaten deskin üstüne koyduğum kağıtlarımı uzattım.. bu sefer ordaki memur çıktı yoluma..

m: sizin de mi var..
ben: evet.. beraberiz biz..
m: iki kişi.. neden tek numara aldınız?
b: kağıt israfı olmasın diye.. dünyayı kurtarıcaz ya..
m: anlaşıldıı.. siz burda tanışmışsınız.. biraz önce..
b: yok yahu.. tamam, uzun süredir görüşmüyoduk ama biz eski arkadaşız..
m: bakın.. ben bu işi yirmiüç senedir yapıyorum.. onca yıldır insanlarla karşı karşıyayım.. bana mı söylüyosunuz şimdi bunu?
b: o kadar uzun zamandır burdaysanız bizi anlıyosunuzdur di mi? yani ne halde olduğumuzu?
m: onun için ses etmiyorum zaten ya..

dediii... ve kağıtlarımı alıp öğle arasından önceki son işlem olarak abonelik nakil işlemimi tamamladı.. şükürler olsundu.. o adamın işleri hep yolunda gitsindi.. adamların.. ikisinin de..
ama borcumu ödeyemedim.. özdemir'i ofisten çağırmışlar ben işlemleri yaptırırken.. kendisine bir milyon kez daha teşekkür ettikten sonra, tedaş'ın* kapısında ayrı yollara doğru devam ettik..

sırada atso vardı..
* iki saatte sadece yirmi kişinin işlemlerini yaptılar.. bekleyemezdim.. onun numarası 712, benimki 742'ydi.. öğle arasında sonraki ikibuçuk saatte hayatta otuz kişinin işini bitiremezlerdi... teşekkürler özdemir.. bir kez daha..

12 Haziran 2009 Cuma

akıllar fikirler verilesiceler...


iki gün önce evimizi taşıdık ya, ondan mütevellit yemeğe hasretiz.. pek sevgili alt komşumuzun getirdiği yemekten sonra ilk kez bir şeyler yiyecek olmanın verdiği heyecanla, ayaklarımızın zonk zonk feryatlarını göz ardı edip bindik üstlerine.. geçen hafta gittiğimiz bafra pidecisinin eniştesi olan samsun pidecisinde, yani esas oğlanda, aldık soluğu.. *

birkaç aylık vejetaryen olmamdan faydalanarak kendisi de kaşarlı pideye dönüş yapan annemle oturduk masanın iki yanındaki sandalyelere ve en şirin halimle garsondan pidelerde bol domates ve biber istediğimizi bildirdim.. biraz gıcık oldu.. sonra “içecekler kutu di mi” dedik, biraz daha gıcık oldu.. pidelerimizi beklerken kedi teyze iki yavrusuyla geldi masanın kenarına.. “meraba teyzecim” diye selamlaştıktan sonra beklemeye beşimiz beraber devam ettik.. beş-altı dakika sonra karar verdik ki bu yavrucuklar etli bir şeyler yemeliydi.. bir de lahmacun söyleyelim çocuklara diye çağırdık çok sempatik garsonumuzu..


“bir de lahmacun rica edicez”
“bitirebilcek misiniz?”
“ehe ehe.. tabi canııım..” (bu aşamada şaka sanıyoruz soruyu)
“emin misiniz?” (aha da bu soruyla beraber jeton düşüyo)
“?!? nası yani.. evet eminiz.. bir tane lahmacun istiyoruz..”
“yok yani biraz geç çıkar da..”
“tamam.. sorun diil.. o geç gelsin..”
“bitiremezsiniz hepsini.. fazla gelir..” (anaaa)
“lahmacun yapmak zor mu?”
“nası yani?” (hahahahaaa… bu sefer o şamşırdı..)
“ustaya yani… çok mu zahmet oluyo?”
“ee.. yani önce hamuru yapıyo.. kesiyo.. sonra eliyle biraz açıp, bi de sonra merdaneyle açıyo.. sonra--”
“ha yani usta yapmak istemiyo onca işi, öyle mi?”
“yok ya.. usta yapar..”
“neden satmak istemiyosunuz o zaman?”
“nası yani?”
“yani lahmacun sipariş etmeyelim diye çok uğraşıyosunuz da..”
“hayır efendim.. öyle bişey yok.. geliyo.. bi lahmacundu dimi”
diyerek cehennemin dibine doğru uzaklaştı..


annemi sakinleştirmeye çalıştım.. bir yandan da bugünlerde takındığım şu salakları eğitmeye çalışmalıyız ki, en azından çevrelerine zararları dokunmasın konulu tavrımı takınarak bizim pidelerle döndüğünde konuyu açıverdim yüzüne:


“biraz önce neden o kadar ısrar ettiniz lahmacun istemeyelim diye?”
“ya bakın.. öyle diil.. bitiremezsiniz diye..”
“nası yani?”
“ya.. geçenlerde iki masa geldi buraya--”
“ya boşverin iki masayı.. biz lahmacun istedik.. bitiririz, bitiremeyiz.. siz siparişi alın..”
“ya olur mu öyle.. şimdi geçenlerde buraya bi—“
“bakın şimdi.. siz öyle bi tavırla bir sürü soru sordunuz ki.. lahmacun yapmak istemiyosunuz gibi bi düşünce belirdi bizde.. yani tüm iyi niyetimizle söylüyoruz, müşteri bu şekilde algılıyo.. hani başkası da öyle algılar, haberiniz olsun diye..”
“şimdi beni bırakmıyosunuz ki derdimi anlatayım..”
“buyurun.. dinliyoruz..”
“şimdi.. geçenlerde buraya tek bi kişi geldi..(biraz önce iki masaydı.. galiba hikayeyi değiştirdi bu arada..) oturdu.. önden çorba istedi, sonra da birbuçuk kuşbaşılı pide.. ben ona da dedim, bitiremezsin dedim.. ısrarla istedi hepsini.. üstelik çorbayı az getirmeme rağmen bitiremedi sonunda..”
“ee.. noolmuş ki bitiremediyse..”
“olur mu.. bitiremeyeceği kadar sipariş verince nooluyo.. çöpe atıyoruz biz kalanı.. çöpe atmak istemiyorum ben nimeti..”
“e kedilere verin siz de..”
“yok.. kedilere hiçbişey vermiyorum ben..”
“aaa… neden ama..bakın.. bekliyolar burada yavrularıyla..”
“yok.. kedilere bişey vermiyoruz.. alışkanlık yapar diye..”


hahahahaaaaaaaaaaaaaa……… alışkanlık yaparmış.. nasıl bir yaratık nasıl bir Türkçe konuşuyorsa artık.. annem sonradan söyledi, tam orada “aa.. tabii.. alışkanlık yapabilir.. sonra beslemeden duramazsınız..” demekten son anda vazgeçmiş, laf çok uzamasın diye..


neyse.. anlaşıldı ki malum varlık köpek severmiş, kedi nankörmüş çünkü.. güzide bir ilçemizde dört yıl bir kediye bakmış.. hatta adını da kendi koymuş, ali ekber koymuş.. ama gel deyince gelen kedi, bir gün bu varlığın kolunu çizivermiş.. tam da o noktada varlığa anlatmaya çalıştım ki, değişik canlıların değişik oyun anlayışları olur.. nasıl biz birbirimizi dürtüyorsak, onlar da patileriyle aynı şeyi yapıyorlar falan diye.. kediyle köpek arasındaki anlaşmazlığın asıl nedenini kediyle insana uyarlayarak anlatmayı denedim.. ama karşımdaki varlık hiçbir mantıklı açıklamayı dinlemeden sadece “kedi nankördür” diyerek gayet caydırıcı argümanında ve tavrında kararlıydı.. bir de “hayvanların hepsi hayvandır.. ayrım yapmayalım”dan girmeye çalıştım.. hatta ırkçı olmamak gerektiğini bile söyledim.. hayriş’ten hiç bahsetmeden, köpek beslemeyi çok istediğimizi fakat şartlar uygun olmadığı için köpeksiz yaşamak zorunda olduğumuzu anlatmaya çalışıp yine de malum varlıkla iletişim kurma çabalarımı devam ettirdim.. ama yok.. böylesine inatçısına rastlamamıştım uzun süredir..


neyse.. saftirik varlık kendi eliyle bizim kedi ailesine lahmacunu getirdi.. haberi yok tabii.. ben de arada husumete yol açmamak için kendim yiyormuş süsü vererek, yarım dilimleri –hem de kenarlarını çöpe gitmek üzere ayırarak- masanın kenarındaki çimlere atıvermeye başladım.. annemin ısrarıyla biraz daha uzağa atmaya karar verip, ilk seferinde tam bir yeteneksiz olduğumu kanıtlayıp (bkz. masanın iyice dibine, hem de ters düşen lahmacun) ikinci denememde de arkadaşlarımın beni susan mayer’e** benzetmekte ne kadar haklı olduklarını muhteşem bir örnekle açıkladım.. bakınız, çimlerle masalar arasındaki bir buçuk metre yüksekliğindeki direğin tepesindeki karpuz lambanın üstünden sekerek çimlere uçan ve bu arada karpuz lambaya bir miktar kıymasını bırakıp çimlerin üzerine doğru uçan ve yere ters yapışan lahmacun -ki kendisi aynı zamanda bunları yazdıran uçan lahmacundur da..


hasıl-ı kelam çok güldük.. ama daha çok sinirlendik.. hem de çoook.. insan kısmından bir kez daha soğuyup, canım şehrimin sıcağında serin serin evceğizimize geldik.. yani şu anda pek ev gibi görünmese de, insan üstü çabalarımızla bu haftasonu ev olmasını umduğumuz yere..



p.s. yemekten sonra yolda yürürken aklıma gelen bir teoriyi de paylaşmak isterim.. insanlar kafalarını çok fazla sayıda darbeye maruz bırakırlarsa, o kafa çalışmaktan vazgeçebiliyor (artık küsüyor mu beziyor mu orasını bilmiyorum..) ne sıklıkta çarpılabilir ki bir kafa.. hmm.. düşünmek lazım.. her selamlaşmada mesela.. değil mi.. yeterince yüksek sayıda darp söz konusu.. üstelik gittiğimiz restorandaki garson da arkadaşıyla iki dakika konuştu, o iki dakikada dört kez kafasını çarptı.. insan üzülüyor yahu.. hissi maderane derdi yaşlı bir öğrencim.. “evladım, canına yazık.. bak yine çarptın kafanı.. ah yavrucuğum.. canın acıyacak..” demek istiyorum her seferinde..



*an itibariyle uyumaya niyetli görünen anneme “at bi yastık şuraya” dedim ve cevabımı aldım: “buraya uyursam kalkamam” hahahhahaaaaaaaaaaaaaaaaaaa…. buraya dedi yahu… demek ki neymiiş.. kültür bir bütünmüş vee aynı yöreye ait yemekler ve insanlarla korkunç birkaç dakika da geçirsek bu öğelerden bir başkası olan dil de hayatımıza rahatça girebiliyormuuuş..........


** evinin bahçesindeyken üstündeki banyo havlusunu eski kocasının arabasının kapısına sıkıştırıp çıplak kalan ve anahtarlarını içerde unuttuğu için evine giremeyip, camdan girmeyi denerken üstüne düştüğü güllerin dibinde yatay vaziyette, tavlamaya çalıştığı adama o halde yakalanan desperate housewife..

10 Haziran 2009 Çarşamba

vücut dili sözlüğü

bu kadar muhteşem iki hayvan kardeşimiz neden birbirleriyle anlaşamıyorlar diye düşünür dururdum hep zaten.. meğer gayet ilginç bir sebebi varmış..

şimdi hayal edin.. pluto arkadaşımız bir kedi görüyor.. nasıl da mutlu oluyor değil mi??

“aaa… arkadaş bulduuum… eyyooo eyyoooo…. dur bi kuyruğumu salliiym da, o da anlasın nasıl mutlu olduğumu..”

şimdi bir de kedi lazım.. hayriye’ciğim bu iş için çok korkak.. sevgili felis’im olsa ne yapardı diyelim en iyisi..

felis: “hmm.. köpek var burada.. çok gıcık oldum yahu ite.. şöyle kuyruğumu bi o yana bi bu yana hızlı hızlı salliim de anlasın gıcık olduğumu..”

pluto: “anaaa… bak aynı anda kuyruk sallaştık.. ayyy.. o da beni sevdi bak.. ben yine de şöyle dikkatli bi daha bakim de gözüne, bi yanlış anlama olmasın.. meraba kardeeeeşş….”

f: “bak baaak… sen de mi gıcık oldun cicim?? oooo… bi de gözünü gözüme dikmeler falan… sen kim oluyosun da kimi tehdit ediyosun leeenn????!!!!” (bu arada bir yandan da korkuyor ama yine de cesur.. bu kedi milleti kendinden büyük cüsseli şeylerden korkmaya eğilimlidir)

p: “ayyy… süper yaa… resmen gel oyna benle diyo bu kardeş.. bak.. gözünü de kaçırmadı… dur bi kovaliiym de oyun başlasın… geliyoruuuummm…”

f: “olm hala gitmedi lan… anaaa.. geliyo ya bu.. kaç kaaaaaççççç…………………….”

p: “heheheee… bak nası da kaçıyo.. ne iyi oldu valla karşılaştığımız… o da beni oyun arkadaşı seçti.. ama hiç konuşmadık.. amaan boşver.. bi yerde durucaz nasıl olsa.. o zaman havlarışırız..”

yaa.. aynen böyle gelişiyormuş olaylar.. halbuki konuşabilseler bunların hiçbiri olmayacak.. çünkü onlar insan değil.. yaşayıp giderler mutlu huzurlu..

bu yazıyı son üç gündür “erkek yok mu errkeeeekkkk…..” diye bağırıp kendini yerlere atan utanmaz kızım hayriş’ime armağan etmek istiyorum.. kızım anlıyorum ben seni.. çözdüm kedi mırıltısının her türlüsünü.. vee cevap veriyorum.. yok sana erkek merkek.. çok adiyim biliyorum ama o yavruların geleceğini garantiye almadan çiftleşmek falan yok, üzgünüm..

*sanki daha yeni duymuşum gibi oldu değil mi.. ama değil aslında.. çook eskiden bir yerde okumuştum bu bilgiyi..

19 Mayıs 2009 Salı

yarasa mı.. yaramasa mı..

gecenin bu saatinde başıma hiç ummadığım bir şey geldi yine.. aslında dün gece başlamıştı.. bu sabah saat çalmadan uyanmama da sebep oldu.. odamdaki baca deliğinde ikamet etmeye başlayan sevgili minik (yani umarım miniktir/ler) yarasa kardeş(ler)im iki gündür vicirdemek suretiyle uykularımı kaçırmakta (bir tane olduğunu varsayalım)..

benim gibi bir insana yapılır mı bu yüce Tanrım.. şimdi uykum kaçtı diye sinirlenmek istiyorum.. ama bu hayvancığı ne yapacağım?? iki gündür hala ordaysa demek ki yardıma ihtiyacı var.. orda yardım isteyerek ölmesini bekleyemem.. ama öte yandan da, yarasa kardeşlerimizle çok yakın temasta bulunmamak gerektiğini de biliyorum.. hiç hoş olmayan hastalıklar taşıyabiliyorlar ne yazık ki.. itfaiyeyi arasak hayvancağızı katledecekler.. BBC prime'da bir program vardı, tam böyle durumlarda arayıp onları çağırıyorsun ve ne gerekirse yapıp hayvancığı kurtarıyorlar.. ama şimdi ayıp olur, ta buraya çağrılmaz ki.. bir de onlar gelene kadar yarasa uçarsa insan daha bir rezil-i rüsva olur.. sonra bir sürü seinfeld macerası; yeni yarasa bul, yakala, bacaya kapat falan.. aklına bir çözüm gelen varsa, fikirlerini paylaşmaktan çekinmesin ne olur.. şimdilik aklıma gelen, oraya kuvvetli bir ışık tutmak.. hani bunlar karanlık hayvanı ya hesapta.. ama akşamüstü de sokak lambalarının dibinde uçuyorlar hep.. kardeşim örgü şişiyle dürtelim dedi.. baca deliğinde kapak var, ama üst tarafında birkaç parmaklık bölümü sadece koli bandıyla kapalı.. şiş fikri şimdilik uygulanmamalı bence.. hayvancağızın bir yerine bir şey olur falan..

üff.. çok saçma yahu.. neden bizi bulan sokak hayvanları bile böyle tuhaf ki??? şimdi gidip yatacağım.. yarınki ilk iş, önce veterinerlerden, sonra vahşi hayvan kurtarıcılarından e-mail'le yardım istemek..